Orta

24 Ocak 2009 Cumartesi

Yer Hostesi Olmak için Gerekli Şartlar

YER HOSTESİ
_________________________________________________________________
TANIM Biletlerini alan uçak yolcularının; uçağa bininceye kadar gerekli olan tüm işlemlerini yapan kişidir. GÖREVLER - Yolcunun bileti ve bagajlarını alarak uçağa binebilmesi için geçiş numarası ve bagaj etiketi verir, - Yurtdışına giden yolcuların pasaport, davetiye vb. belgelerine bakar ve eksik işlemleri tamamlaması amacıyla ilgili yerlere yönlendirir, - Yolcuların uçağa binmesi için gerekli olan uyarıcı anonsu yapar (uçak kalkış saati, uçağın kalkış kapı numarası vb.), - Uçağa binen yolcuların isim, soyadı, cinsiyet, bagaj sayısı ve bagaj kilosu gibi bilgileri kapsayan çizelgeleri doldurur, - Uçağın emniyeti ve dengesinin kurulabilmesi için yükleme bölümündeki görevlilere bu çizelgeyi verir, - Yolcuya verilen geçiş numarasını uçağa binmeden önce yolcudan alır, - Özürlü, yaşlı ve tek başlarına seyahat eden (refakatsiz) çocukların tüm işlemlerini yapar ve uçağa bindirir. Çocukların kimliklerini kontrol eder ve rapor düzenler, - Uçaktan inen refakatsiz çocukları velisine teslim eder. KULLANILAN ALET VE MALZEMELER -Telsiz, -Telefon, -Bilgisayar, -Büro malzemeleri. MESLEĞİN GEREKTİRDİĞİ ÖZELLİKLER Yer hostesi olmak isteyenlerin; -İnsanlarla iletişim kurabilen, -İngilizce’yi iyi şekilde bilen, -Büro işlerine ilgili, -Dikkatli, sorumlu, -Bedenen sağlam ve uzun süre ayakta durabilecek kadar dayanıklı kimseler olmaları gerekir. ÇALIŞMA ORTAMI VE KOŞULLARI Yer hostesleri; çoğunlukla uçak şirketlerinin yer hizmetleri bölümlerinde ve havalimanında bulunan şirketlerin bürolarında görev yaparlar. Çalışma ortamı, temiz, düzenli ve zaman zaman kalabalıktan dolayı gürültülüdür. Çalışma saatleri düzensizdir. Vardiyalı çalışma, gece çalışmaları ve hafta sonu çalışmaları gerekir. İş temposu hareketli ve yoğundur. Uçak yolcuları ve tur yetkilileri ile iletişim halindedir. ÇALIŞMA ALANLARI VE İŞ BULMA OLANAKLARI Yer hostesleri uçak şirketlerinin bölümlerinde ve havaalanında bulunan şirketlerin bürosunda görev yaparlar. Özel havayolu şirketlerinin çoğalmasıyla birlikte yer hostesine de duyulan ihtiyaç artmaktadır. Ancak özel şirkette bu meslek elemanı uzun yıllar çalıştırılmamakta ve kadrolarının sürekli gençleşmesi hedeflenmektedir. İş yoğunluğunun az olduğu dönemlerde işten çıkarılmalar daha fazla görülmektedir. Bu nedenle çalışanlar kendilerini güvencesiz hissetmektedirler. Havayolu şirketleri yarışma ortamında çalıştıkları için personelin şirket değiştirmeleri oldukça sık görülmektedir. MESLEK EĞİTİMİNİN VERİLDİĞİ YERLER İngilizce’yi bilen elemanlar yer hostesi olarak THY Eğitim Müdürlüğünde 6 haftalık Temel Uygulamalı Eğitim programına katılabilirler. Ayrıca; o Çeşitli özel havayolu şirketleri, oÖzel Kurslar (Deulcom vb.) mesleğin eğitim yerleri arasında sayılabilir. MESLEK EĞİTİMİNE GİRİŞ KOŞULLARI Yer hostesleri havayolu firmalarının açmış oldukları sınavlar sonucu alınır. Her firma kendi özel şartlarını ilan eder. Genellikle bu şartlar şu şekildedir. -En az lise tercihen yüksekokul mezunu olmak, -Meslek ingilizcesini iyi bir derecede bilmek, -Sağlıklı ve bedence özürsüz olmak. (Tam teşekküllü hastaneden rapor almak gerekmektedir.) Elemanlar yazılı ve sözlü sınavı kazandıktan sonra kursa katılabilirler. EĞİTİMİN SÜRESİ VE İÇERİĞİ Yer hostesi adaylarına kendi firmalarının eğitim birimlerince temel ve uygulamalı eğitim verilmektedir. Temel eğitim 2 ila 6 hafta olabilir. Eğitim esnasında; uçak tiplerini tanıma, uçak biletlerini tanıma, evrak bilgileri, müşteri hizmetleri, halkla ilişkiler vb. dersler verilir. MESLEKTE İLERLEME Özel havayolu şirketlerinde en az 2 yıl çalışan elemanlar eğer lise mezunu iseler şef, üniversite mezunu iseler denetmen olabilirler. Yurt dışında seminerlere, ara eğitimlere katılarak kendilerini geliştirebilirler. BURS, ÜCRET VE KREDİ DURUMU Ücret, şirketlere göre değişmektedir. Ücretler genellikle asgari ücretin 2 ila 4 katı arasında değişmektedir. Çalışma süresi ve tecrübeye göre farklılaşmaktadır. Meslek elemanları fazla çalışma ücreti ve ikramiye alabilmektedirler. DAHA AYRINTILI BİLGİ İÇİN BAŞVURULABİLECEK YERLER -Türk Hava Yolları, -Özel havayolu şirketleri, -İlgili Eğitim Kurumları, -Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Ankara Meslek Danışma Merkezi, -Bünyesinde Meslek Danışma Merkezi bulunan Türkiye İş Kurumu İl ve Şube Müdürlükleri.

GÖKYÜZÜNE DAVET

Yeni yıla uçak filolarını büyüterek giren havayolu şirketleri çalışan sayılarını da hızla artırıyor. ağırlıklı olarak uçuş işletme, teknik personel ve kabin hizmetleri için elemanlar aranıyor. THY 450 yeni kabin memuru alacak. Fly havayolları filosuna eklemeyi planladığı yeni nesil uçakların her biri için 50 kişiyi işe alacak. Atlasjet 135 kişiye istihdam olanağı yaratacak. pegasus havayolları kadrosunu yüzde 30 büyütecek. onur aır 100 hostes ve 50 teknik personel alacak. (25.12.2005)

Özlem Bay/ obay@milliyet.com.tr Yeni yıla girerken havacılık sektöründe hareketlilik yaşanıyor. Birbirleriyle yarış halinde olan havayolu şirketleri satın aldıkları yeni uçaklarla filolarını büyütüyor. Hat sayılarını genişten şirketler, büyüyen iş potansiyellerine parelel olarak eleman sayılarını da artırıyor. Havayolu şirketlerinin insan kaynakları bölümleri ağırlıklı olarak uçuş işletme, teknik personel ve kabin hizmetleri için eleman alımına gidiyor. Özellikle Türk Hava Yolları (THY) 2006'da ciddi bir eleman alımı gerçekleştirecek. Satın aldığı 59 uçağı filosuna ekleyen THY'nin, artan yolcu potansiyelini karşılamak üzere öncelikli olarak teknisyen, kabin memuru ve kokpit elemanı ekibi ihtiyacı olacak. THY yaklaşık 450 kabin memuruna istihdam sağlayacak. Filosuna eklemeyi planladığı yeni nesil uçaklarla dış hatlarda yüzde 10, iç hatlada ise yüzde 40 daha fazla uçuş yapmayı hedefleyen Fly Hava Yolları ise uçak başına 50 kişiyi işe alacak. 2006'da 20'den fazla uçakla hizmet verecek olan Atlasjet Hava Yolları da bu büyüme paralelinde ortalama 135 kişiye istihdam sağlayacak. Pilot, hostes ve teknisyen alımına gidecek olan firma, muhasebe ve endüstri mühendisine de ihtiyaç duyacak. Özel okullarla anlaşarak kendi pilotunu kendisi yetiştiren Onur Air ise 2006'da 100'ün üzerinde uçuş hostesi ve 50'nin üzerinde teknik personele iş imkânı sunacak. Personel sayılarında yüzde 30'luk bir artış planlayan Pegasus Airlines da pilot, hostes ve teknisyen alımına gidecek. TÜRK HAVA YOLLARI 450 kabin memuru alınacak
Türk Hava Yolları'nın geçen yıl Boeing ve Airbus şirketlerinden satın aldığı 59 uçağın filoya dahil edileceğini belirten THY Basın Müşaviri Ali Genç, Ağustos 2006 tarihinde THY'nin toplam 100 uçakla iç ve dış hatlarda hizmet vereceğini söylüyor.
Yurtiçinde 28 hatta faaliyet gösteren THY'nin yurt dışında mevcut hatlarına yapacağı ilavelerle toplam 103 hatta havacılık ulaşımı hizmeti vermeyi planladığını belirten Genç, şöyle konuşuyor:
"2006 yılında yeni açılacak hatlarımız ve filomuza dahil olan uçaklarımızla beraber uyguladığımız dinamik gelir yönetimi esasları doğrultusunda yüzde 30 büyüme ve potansiyel artışı bekliyoruz.
59 yeni uçağın filomuza katılmasıyla beraber artan yolcu potansiyelini karşılamak üzere öncelikli olarak teknisyen, kabin memuru ve kokpit ekibi ihtiyacı olacak.
Bu ihtiyacı karşılamak üzere zaman içinde belirlenen periyodlarla yeni çalışma arkadaşlarımız THY'de göreve başlayacak.Yaklaşık 450 kişinin kabin memuru olarak istihdam edilmesi planlanıyor. Her bir program için ayrı özelliklere sahip personel alınacaktır. Her bir departman için uygulanan ayrı eğitim programları var. Kabin memuru ise dünya otoritelerinin belirlediği eğitim sürecine tabi tutuluyor."
Kokpit ekibinin eğitim sürecinin çok daha uzun olduğunu ve belirli periyodlarla düzenli olarak gerçekleştirildiğini kaydeden Genç, "Kurum içinde teknik eleman ise uzman eğitmenlerin eğitim programı uygulanır, yer hizmetleri memuru ise mevcut bilgisayar programları ve uçuş işletim programlarına ait tüm sistemlere ilişkin uzun bir eğitim sürecine tabii olur" diyor.
THY - Turkish Airlines - Global Gateway
Tel: 0 212 463 63 63
Kabin memurlarında aranan özellikler - T.C uyruklu olmak
- Meslek lisesi ve dengi okullar ile meslek yüksek okulu mezunu olmak
- Erkek adaylar için askerlik hizmetini yapmış olmak
- Son 2 yıl içinde TOEFL (Test of English as a Foreign Language) Sınavından Asgari 460 (Normal Sınav) Veya 140 (Bilgisayar Ortamında Yapılan Sınav) Puan, IELTS (International English Language Testing System) Sınavından Asgari 4,5 (AKADEMIK) Puan Veya KPDS'Den (Kamu Personeli Dil Sınavı) 50 ve üstü Puan almış olduğunu belgelemek veya THY A.O. tarafından yaptırılacak İngilizce sınavında başarılı olmak.
- İstanbul ilinde ikamet etmeyi kabul etmek
- İlan yayın tarihi itibariyle, 19 yaşını doldurmuş 29 yaşından gün almamış olmak.
- Bayanlar için 1.63-1.80 santimetre arası boya sahip olmak.
- Erkekler için 1.70-1.85 satnimetre arası boya sahip olmak.
- Boy ve kilo arasında uygun farklılıkta olmak
- Sağlık durumu uçuşa müsait olmak
- Fiziki engeli bulunmamak.
- Daha önce THY A.O. veya diğer havacılık kuruluşlarındaki uçuş görevlerinden disiplinsizlik, sicil yetersizliği ve sağlık nedeniyle ayrılmamış olmak. ONUR AIR 100 hostes ve 50 teknik personel alacak Ulaştırma sektörünün 2005 yılındaki büyüme hızının, IATA'nın Türkiye için tahmin ettiği yüzdenin üzerinde gerçekleştiğini belirten Onur Air Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Şahabettin Bolukçu, sektörle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
"İç hatların da liberalleşmesiyle taşıma kapasitesi ve yolcu sayısının arttığı bir yıl olarak geçti. Türk sivil havacılığı, iç hatlarda 2005'te 7 milyon civarında yolcu taşıyarak Türk turizmi ve ulaştırma sektörüne büyük katkıda bulundu. 2006'da ise hem Türk sivil havacılığının özel sektör tarafı hem de THY'nin artan kapasitesiyle mevcut koltuk kapasitesi 30 bin koltuk üzerine çıkacak."
Onur Havayolları'nın 2006'ya iç hatlardaki filo yapısını, görünümünü ve uçak içi dizaynını değiştirerek gireceğini söyleyen Bolukçu, bu değişimin ocak ayının sonunda tamamlanacağını ifade ediyor. Onur Havayolları'nın 25 uçaklık mevcut filosuna 4 adet Boeing MD tipi uçak ekleyerek 2006 başında filo sayısını 29'a çıkaracağını da belirten Bolukçu, şöyle konuştu: Sektöre pilot yetiştiriyor
"Değişiklikler çerçevesinde iç hatlarda kullanılan uçakların koltukları deri kaplanacak ve koltuk sayıları 172'den 165'e düşürülerek, koltuk aralıkları da artacak. Uçakların üzerindeki logo ile renkleri de değişecek. Bu yıl iç hatlarda 2,1 milyon, dış hatlarda ise 2,8 milyon yolcu taşıyan firmamız, 2006'da iç hatlarda 3 milyon, dış hatlarda ise 3,6 milyon yolcu taşımayı planlıyor."
Onur Air'ın özel okullarla anlaşarak kendi pilotunu kendisi yetiştirdiğini söyleyen Bolukçu, gelecek yıl pilot açığını bu şekilde kapatacaklarını ve sektöre önümüzdeki yıl 10 - 15 arası pilot kazandıracaklarını söylüyor. Onur Air'ın 2006'da 100'ün üzerinde uçuş hostesi ve 50'nin üzerinde teknik personele istihdam sağlayacağını belirten Bolukçu, istihdam konusundaki son planlamanın 2006 Şubat ayında yapılacağını ifade ederek, şöyle devam ediyor: Eğitimden geçiyorlar
"Adayların mutlaka en az yüksek okul mezunu olması ve yabancı dil bilmesi gerekiyor. Alınacak departmanlara göre aranan özellikler değişiyor. Departmanlara göre farklı farklı olmakla birlikte personele yıl içinde devam eden havacılık mevzuatlarına uygun eğitimler veriliyor. Bu eğitimler 'Eğitim Müdürlüğü' tarafından planlanıyor. Şirketimizde hem şirket içi hem de şirket dışı eğitimlerle toplam kalite eğitimleri sürekli devam ediyor."
www.onurair.com.tr
Tel: 0 212 663 23 00 ATLASJET Endüstri mühendisi ve muhasebeci de arıyor Türk sivil havacılık endüstrisinin alt ve üst yapıdaki tüm olumsuzluklara rağmen bir yıl içerisinde yüzde 100'e varan bir büyüme gerçekleştirdiğini belirten Atlasjet Havayolları Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdür Tuncay Doğaner, firmanın 2006'da 20'den fazla uçakla uçuşlarına devam edeceğini söylüyor.
Şirketin yeni yıl için uçak sayısı bazında yüzde 29, koltuk kapasitesinde yüzde 15, yolcu profilinde ise yüzde 53'lük bir büyüme gerçekleştirmeyi hedeflediğini belirten Doğaner, "15 Mayıs 2006 tarihinden itibaren iç hatlarda uçacak olan uçakların yaş ortalaması 0 - 1, toplam filo yaş ortalaması ise 4,5 olarak hedeflendi. Bugün itibariyle 773 kişinin çalışmakta olduğu Atlasjet Havayolları'nda insan kanyakları departmanında yüzde 17'lik büyüme ile beraber ortalama 135 kişi işe alınacak" diyor. 3 kademeli mülakat yapılıyor
İşe alınacak 135 kişi ağırlıklı olarak pilot, hostes, teknisyen, muhasebe ve endüstri mühendisi olacak. Şirket, işe alımlarda adayların pozisyonun gerektirdiği yetkinliklere sahip olmasına bakıyor. Yapılan mülakatlar iki kademeli bazen de pozisyona bağlı olarak üç kademeli olabiliyor.
Şirket işe alımlarda, değerlendirme merkezi uygulamalarını da başlattı. Yabancı dil sınavı (yazılı ve sözlü), bireysel mülakatların yanı sıra yakında psikometrik testleri de bu süreçte kullanmaya başlayacak.
Doğaner, özellikle kabin ekiplerinin alımının toplam çalışan sayısının yüzde 40 - 45' ini oluşturduğunu belirterek, pilot, hostes ve teknik ekibin eğitimlerini kendilerinin sağladığını söylüyor.
Atlasjet Havayolları
Tel: 0212 663 20 00 PEGASUS Kadrosunu yüzde 30 büyütecek Önümüzdeki yıl şirketin büyüme planıyla birlikte özellikle uçucu kadrolar başta olmak üzere personel sayısında yüzde 30'luk bir artış planladıklarını belirten Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı, şöyle konuştu:
"Uçucu kadrolarımız derken kokpit, kabin ve teknik ekiplerimizi kastediyoruz. 2006 insan kaynakları planlama çalışmalarımız kapsamında özellikle pilot, hostes ve teknisyen alımı olacak. Öncelikle tüm şirkette takım ruhu, iletişim ve müşteri bilinci kavramlarını özellikle yerleştirmeye çalışıyoruz. Adaylarda bu davranışsal yetkinlikleri arıyoruz. Ayrıca adayların, pozisyonlara özel eğitim altyapısını bulunması ve teknik yetkinliklere sahip olunması da gerekiyor. Tüm adayların, çalışılmak istenilen alanla ilgili üniversite eğitimi almış olması, özellikle İngilizce olmak üzere en az bir yabancı dili iyi düzeyde bilmesi şart."
İşe yeni girenlere oryantasyon eğitimleri, kabin ve kokpit ekiplerini tazeleme eğitimleri, teknisyenlere ise 'bakımda insan faktörü' eğitimleri verdiklerini belirten Sabancı, şöyle devam ediyor:
"Tüm çalışanlarımızda kalite bilincinin yükseltilmesine yönelik kişisel gelişim eğitimleri de yapmayı planlıyoruz. Eğitim okulumuzda kendi ihtiyacımıza yönelik olarak pilot ve kabin memuru yetiştiriyoruz. Kabin memuru ve pilot eğitimlerini kendi ihtiyacımıza yönelik olarak vermenin yanı sıra dışarıdan yapılan bireysel veya sektördeki diğer kurumların ihtiyacına yönelik olarak da planlıyoruz."
2013 yılına kadar 30 uçaktan oluşan bir filoya sahip olmayı planladıklarını belirten Sabancı, "Ürettiğiniz hizmet satılabilir ve pazarlanabilir olmalı. Bu sektörde uçak sayımız fazla olacak diye plan yapmak yanlış olur." diyor.
Pegasus Airlines
Tel: 0 212 697 77 77 FLY HAVA YOLLARI Filosuna kattığı her yeni uçak için 50 eleman almayı planlıyor Son dönemde havacılık sektöründe sürekli bir gelişmenin söz konusu olduğunu belirten Fly Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Mehmet Hasançebi, havayolu şirketlerinde kaliteli hizmet, güvenli uçuş konularında yeni politikalar oluşturduğunu belirtiyor.
Bunlara paralel olarak istihdam politikaları ve sektörün ihtiyacı olan personelin özelliklerinin de değiştiğini söyleyen Hasançebi, "Sektörün büyümesi ile birlikte teknik alt yapıya sahip elemanların daha fazla yetiştirilmesi, bu konuda eğitim veren kurumların kontenjanlarının artması da bunun en önemli göstergesidir" diyor. Yeni nesil uçaklar alacak
Fly Hava Yolları'nın filosuna eklemeyi planladığı yeni nesil uçaklarla dış hat uçuşlarında yüzde 10, iç hat uçuşlarında ise yüzde 40 daha fazla uçuş yapmayı hedeflediğini ifade eden Hasançebi şöyle konuşuyor: "Artan filomuza bağlı olarak eleman ihtiyacı duyulacak olan departmanlara yetiştirilmek üzere veya tecrübeli eleman alınması planlanıyor. Net bir rakam veremesek de uçak başına 50 kişinin işe alınmasını düşünüyoruz. Öncelikle uçuş işletme, kabin hizmetleri ve teknik departmanlara eleman alınması düşünülüyor. Artan filomuza bağlı olarak diğer departmanların netleşecek eleman ihtiyacını uçuş programımıza göre belirlemeyi planlıyoruz."
Havacılık sektörünün diğer sektörlere göre daha çok teknik bilgi gerektirdiğini kaydeden Hasançebi, periyodik olarak gerçekleştirilen personel eğitimlerini şirket bünyesinde eğitim sertifikalarına sahip eğitmenlerce veya dışarıdan alınan eğitim programlarıyla gerçekleştirdiklerini söylüyor. Şirket, uçuş işletme, kabin hizmetleri ve teknik departmanlarının dönemsel olarak aldıkları zorunlu eğitimlerin yanında müşteri memnuniyeti ve uçuş güvenliğini içeren eğitimlere de ağırlık veriyor.
FLY AIR
Tel: 0 212 424 38 37 Hostes olmak için lise, kaptan pilot olmak için üniversite mezun olmak gerekiyor Ticari pilot olmak için lise mezunu olmak ve 1. sınıf sağlık raporu almak gerekiyor. Bon Air Genel Koordinatörü ve Emekli Hava Pilot Tuğgeneral Bican Erşakır, her ne kadar lise mezunu olmak sertifika almak için yeterli olsa da lise mezunlarının ikinci pilot olarak kaldıklarını, kaptan pilot olamadıklarını çünkü kaptan pilot olarak üniversite mezunlarının tercih edildiğini belirtiyor. Özel pilot lisansı (PPL) için asgari 17 yaşında ve lise mezunu olmak, 1. veya 2. sınıf sağlık raporu almak gerekiyor. Hostes olmak için de lise mezuniyeti yetiyor. Hem hostes hem de pilot yetiştiriyor DUHA HAVACILIK Hem hosteslik hem de pilotluk eğitimleri veriliyor. Hostes olmak için lise mezunu ve 18 - 30 yaşları arasında olmak gerekiyor.
PPL (Özel Pilot lisansı)'de 40 + 5 (gece) saat uçuş, 108 saat teorik eğitim veriliyor. CPL (Ticari Pilot Lisansı) için 25 saat uçuş, 200 saat teorik eğitim alınıyor. IR (Aletli Uçuş Sertifikası) 50 saat uçuş, 200 saat teorik;
ME (çok motor setifikası) 12 saat uçuş, 9 saat teorik eğitimden oluşuyor. PPL - IR - CPL lisansları 200 saat uçuş, 508 saat teorik; PPL - IR - CPL - ME lisansları için de 212 saat uçuş, 517 saat teorik eğitim almak gerekiyor.
PPL (Özel Pilot Lisansı)
Süre: Hosteslik 9 hafta,
Ücret: Hosteslik Bin 750 euro + 500 euro kayıt ücreti. PPL 8 bin 350 euro, CPL 4 bin 175 euro, IR 8 bin 350 euro, ME 7 bin 350 euro, PPL - IR - CPL 33 bin 400 euro, PPL - IR - CPL - ME 40 bin 750 euro. CPL (time building) 12 bin 525 euro
DUHA HAVACILIK
Tel: 0212 660 45 96 Sertifikalar yurtiçi ve yurtdışında geçerli DEULCOM Turizm eğitim programları arasında yer alan hosteslik, uçuş ve yer hostesliği olmak üzere iki bölüme ayrılıyor. En az lise mezunu 18 - 25 yaş arasındaki adaylar programlara başvurabiliyor. Yer hosteslerinde boy kıstası aranmazken, uçuş hostesliği eğitimine katılacaklarda 1.60 - 1.75 santimetre boy uzunluğu aranıyor. Hosteslerin İngilizce, Almanca, Fransızca gibi yabancı bir dili iyi derecede bilmeleri gerekiyor.
Mezunlar, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında geçerli sertifikalarla, yerli ve yabancı tüm havayollarında kabin memuru olarak görev alabilirler. Ayrıca mezunlar almış oldukları Milli Eğitim Bakanlığı'ndan onaylı uçuş hostesliği veya yer hostesliği sertifikası ile özel öğretim kurumlarında, havalimanlarının eğitim departmanlarında ve üniversitelerde eğitim verebilirler. Hava taşımacılığı yapan tüm kuruluşların yolcu hizmetleri departmanlarında iş olanakları söz konusu.
Süre: Hosteslik iki buçuk ay. İngilizce ağırlıklı olursa Malta'da 2 hafta Conversation eğitimleri de dahil olmak üzere bir tam yıl sürüyor.
DEULCOM INTERNATIONAL
Tel: 0212 292 02 61 Üniversite mezunu olanlar tercih ediliyor BON AIR PPL (Özel Pilot Lisansı), CPL (Ticari Pilot Lisansı) verme yetkisi bulunuyor. Asgari lise mezunu olmak şart. Kaptan pilot olmak içinse üniversite mezunu olmak önemli. Lise mezunları CPL belgesi alabiliyor ancak ikinci pilot olarak kalıyor, kaptan pilotluğa yükselemiyor.
PPL için asgari 50 saat uçuş, 110 saat yer dersi almak gerekiyor. PPL'yi alan biri iyi görerek yani hava şartlarının uygun olduğu zamanlarda, tek motorlu uçaklarla uçabiliyor.
CPL almak için IR (Aletli Uçuş Sertifikası) alınıyor. 3 hafta yer dersi, aletle uçuş asgari 50 saat. Aletli uçuşla ilgili bakanlığın yaptığı sekiz sınavı geçmek gerekiyor. Bunlardan sonra CPL uçuşuna geçiliyor. 25 saat sürüyor. CLP'den de 8 sınava giriliyor. Sınavlar verilirken 75 saat (time building) uçması gerekiyor. Ticari lisans almak için toplam 200 saat uçmak gerekiyor.
Untitled Document
Tel: 0212 663 18 29

Küreselleşmenin oluşmasında Soğuk savaş döneminin etkileri

Küreselleşme ve Devrim
Mehmet Özgen - KIZILCIK DERGİSİ
Sovyet sisteminin çöküşüyle “komünizm tehlikesi” bertaraf olmuş ve dünya, ABD’nin hegemonyası altında tek kutuplu bir dünya olarak betimlenir olmuştu. Sonra küreselleşme ile birlikte dünyanın nihayet barış sürecine girdiği söylendi. Kimi aklıevveller bu gelişmeleri “tarihin sonu”yla betimledi. Onlara göre bu süreç, sınıf mücadelesinin ortadan kalkması ve liberalizmin mutlak zaferi olarak gerçekleşiyordu. Bu laflara soldan eşlik edenler oldu; “elveda proletarya”, “elveda başkaldırı” diyenler. Postmodern teoriler, Marksizmin teorik temellerini, devrim umudunu kemirip durdu. Uzun süre devrimin, sosyalizmin gerçekleşebilirliğinden söz eden olmadı. Çoğu Marksist yalnızca andı bu kavramları. Burjuvazinin ideolojik saldırısı onların bilincini ve umudunu da köreltmişti.
Postmodernizmin etkisiyle artan bu körelme “küreselleşme”yi kavramakta kendisini gösterir. Bir çok “Marksist”, eleştirel bir yaklaşımla da olsa, tarihsel materyalizme bir açıklama modeli olarak başvurmaktan kaçınır. Dolayısıyla, “kavrama” çabası, evrimci katı determinist mantığa yaslanır daha çok. Kapitalist sistem içindeki dönüşümleri insanların boyun eğmesi gereken kaçınılmaz doğa yasaları gibi kavrarlar. Sanki bu dönüşümler, sınıf çatışması ve dengesinin, toplumsal ilişkilerin ürünü değil de, toplum-dışı güçlerin eseri; ve sanki kapitalist küreselleşme, geleceğin kararlı bir belirlenmesiymiş gibi. Yani küreselleşmeyi, kökleri kapitalizmin sistem mantığında bulunan bir değişim süreci olarak değil, postmodern savları izleyerek, tarihin yeni bir aşaması olarak görüyorlar. Bireylerin sınıfsal/siyasal aidiyetleriyle değil, kültürel kimlikleriyle varolacakları söylenen bu aşamada, sosyalizme “varılacak yol”un, çalışanların, işyerinde ve yaşamın her alanında yönetime daha çok katılarak sömürüyü sınırlandırmalarından, yani “katılımcı demokrasi”den geçeceği ileri sürülüyor. Dolayısıyla, “yapılacak şey, bizi sosyalizme götürecek yolda sürekli olarak ilerlemektir”. Böylece, sistem karşıtı alternatif yerine reformlar yoluyla içten değişim öngörülmektedir.
Bu mantık, ister istemez tarihsel belleği yitirmeyenlerde aşina yankılar uyandırır. Kautsky, 1. D. Savaşı öngününde, “ultra–emperyalizm”den sözederek aynı determinist mantıkla aynı tezleri öne sürmüş, Lenin de, kapitalizmin sistem mantığına dayanarak bu tezlere karşı çıkmıştı.
Oysa “Küreselleşme” denilen olgu, devrimci Marksist açıdan çözümlendiğinde, kapitalist dünya sisteminin gelişme potansiyellerinin son sınırı olarak kavranabilir. Küreselleşmenin gizemli bir kavram olmaktan çıkması, kapitalist emperyalist sistemin krizini, sınıf mücadelesinin belirleyici bir rol oynadığı tarihsel bir süreç olarak görülmesiyle mümkündür.
Bu açıdan baktığımızda, sosyalist ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin dorukta olduğu 70'leri, krizin, sistemi yıkmak isteyenlerle onun savunucularının karşı karşıya geldiği bir aşaması olarak görmek gerekir. “Küreselleşme” ise, sistem-karşıtı hareketlerin yenilgisi sonucu başka aktörlerin sahne aldığı mücadelenin, sistemin yerini alacak yapının niteliği üzerinde yoğunlaştığı bir evre olarak gelişiyor. Kriz ve sosyalizmin yenilgisinin bileşik etkisi altında dünyanın muazzam bir alt-üst oluş dönemine girdiği bu evrede, geçici yenilginin yarattığı olanaklarla emperyalist burjuvazi “yeni dünya” düzenini oturtmaya çalışıyor.

ÇÖZÜLME EĞİLİMLERİ / OLANAKLI GEÇİŞLER
Buna karşın öyle görünüyor ki, beş yüzyıl boyunca işleyip gelişen kapitalist sistem, eşi görülmemiş bir etkinliğe eriştiği anda çözülme yönünde evriliyor. Varlığını sürdürmesi adına, çelişkilerini o denli ağırlaştırdı ki, kendini temsil etmeye gelen her yeni alternatif kalıcılığını daha da olanaksızlaştırıyor. Krizi aşmak için geliştirilen küreselleşme, krizi küreselleştiriyor. “Komünizmin yıkılması”, tam tersine, bu süreci hızlandıran bir rol oynamakta. Sermayenin birikim sürecinin dünya düzeyinde belirlenmesi dünya sistemindeki politik, ideolojik karmaşayı arttırıyor. Yeni dünya düzeni ile dünyanın adeta çivisi çıktı.
İşte bu nedenle “küreselleşme” evresini, dünya kapitalist sisteminin sınırı olarak okumak gerekiyor. Çünkü bugün yaşanan kriz, kapitalist sistemdeki konjonktürel güçlükleri değil, bir yapısal bozulmayı ifade ediyorsa, aynı zamanda, olanaklı sistemlere geçiş anlamına da gel melidir. Zaten kriz, hem tehlike, hem de imkan anlamlarını içeren bir sözcük. Bu geçiş, ya tedrici bir çözülme sürecini izleyebilir, ya da görece denetimli bir dönüşüm sürecini. İlki kendiliğinden bir evrilmeyi, ikincisi iradi müdahaleyi içerir. Sosyalizme götürebilecek yol da bu ikincisidir. Tarihte bu iki geçiş tipinin örnekleri var. Batıda, özellikle Roma imparatorluğunun temsil ettiği köleci düzenden feodalizme geçiş, bir çözülme ve çürüme süreci olarak gelişmiştir; tıpkı bugünkü kapitalizm gibi. Ama feodalizmden kapitalizme geçiş, burjuvazinin müdahale ederek denetlediği devrimci bir dönüşüm süreci olmuştur daha çok. Yani evrime müdahale etmiştir burjuvazi.
Kapitalizm için küreselleşmeden, sermaye enternasyonalinden ötesi yoktur. Küreselleşme, sistemin kendisini tamamlaması, ulaşabileceği sınırlara ulaşması, böylece tüm potansiyellerini fiilileştirerek tüketmekte olduğu bir süreçtir. Mümkün olduğunca genelleşen her kategori özgüllüğünü ve anlamını yitirir, diğer kategorilerce emilir. “Her şey politik olduğunda artık hiç bir şey politik değildir.” Her sistem gibi, kapitalist sistem de sonlu’dur; kendi yapılarının özdeşliklerini (yaşarkalma yeteneklerini) yeniden üretmeyi güvence altına alamayacak ölçüde genişleyip dengeden uzaklaştığı ve kararsızlaştığı bir noktaya ulaşmıştır. Bu nokta, çatallaşmaları üreten kaotik bir yapıdadır. Dolayısıyla küreselleşme, dengeden uzak koşulların geçiş anlamında bir ifadesidir. Çünkü bu koşullar, sistemin entropisini azaltan, başlangıç koşullarına yabancı, dağıtıcı yapılar üretirler. Bunlar çözüştürücü (katalitik) basamaklar oluşturarak tersinmez (geri dönüşsüz) süreçlere yol açarlar, bu süreçler de çatallaşmalara. Bu durum, artık sistemin davranışının çıkarsanabileceği evrensel geçerlikte yasaların belirsizleştiği, ya da period katlanmalarıyla (genişleme-daralma) karmaşık (aperiyodik) davranışların meydana geldiği kritik bir koşuldur. Bu yüzden, kapitalist sistemin çözülüşü, denetimli ve denetimsiz geçişler açısından olasılıkçı terimlerle betimlenebilir. Yani şu ya da bu geçişin kaçınılmazlığı söz konusu değildir.
Değerin bugünkü konumunu alalım. Aynı metanın farklılaştırılarak çeşitlendirilmesi (ürün demeti, ürünlerin kullanım sürelerinin adım adım kısaltılması, stoksuz üretim) gibi, değerin ardışık ilerlemesinden çok, yanyana çoğalması (senkronik dağılımı) yaşanan bir olgudur. Değerin enformasyon ve iletişimle kazandığı bu merkezkaç eğilimle bütün parametrelere bulaşması (her şeyin metalaşması), bir sapma olduğu gibi, aynı zamanda bir anlam yitimidir de, yani değer olarak yozlaşması. Önde gelen postmodern yazarlardan Baudrillard’ın ilginç bir saptaması var. Kar tanesi gibi parçalandıkça benzer motifler sergileyen aynı'nın bölünmesi anlamında "değerin fraktal evresi"nden söz eder. Bu evrede değerin, kendi "genetik koduna bile boyun eğmeyen kanserli (bir) çoğalma" içinde olduğunu belirtir (Kötülüğün Şeffaflığı). Bu saptamanın önemi şurada: değerin senkronik bir eğri çizmesi. Ne var ki Baudrillard, “Yavaşlatılmış bir felaket yaşıyoruz,” diyor, ama bu felaketin nasıl geliştiğini, ne’ye varacağını açıklamıyor. Oysa, kapitalist sistemde herhalde ilk kez böyle bir gelişme sözkonusu. Dolayısıyla ardışık ilerlemeye ne olduğunu sormak ve senkronik eğriyle ilişkisini kurmak gerekir. Ardışık ilerleme, yenilenmiş genişleme dönemlerinde nisbi bir metalaşmayı ifade eder. Sonsuz sermaye birikimini sürdürmek, kâr ve artı-değere elkoymak bu nisbi artışa bağlıdır. Ancak metalaşma, ilk kez senkronik bir eğride gidiyorsa, maksimal düzeye (tavana) varmış demektir, yani doygunluk noktasına. Ve bu yapısal bir sıkışma demektir. O zaman büyüme ve genişlemenin, üretim artışının daha fazla kâr getirmesi mümkün değildir (“büyümenin sınırları”). Dolayısıyla, maksimal düzeyde atılacak her adım küresel kâra bir sınırlama getirir ve bu da sistemin kırılma noktasını oluşturur. Bu durumda kâr ve artı-değer oranları geri-dönüşsüz olarak azalma eğilimine girecektir. Dolayısıyla, varolan artı-değeri paylaşma mücadelesi, bütün topluma yayılarak keskin toplumsal mücadeleleri gündeme getirebilecektir.
Değerin metada eşzamanlı olarak kendini yinelemesi, aynı zamanda, onun kullanım değeri içeriğinin minimum düzeye inişi, tersine, değişim değeri içeriğinin de maksimal düzeye yükselişi anlamına gelir. Bu nedenle, değişim değerinin kullanım değerinden kopuş sürecine girdiğinden söz edebiliriz. Aynı şey sermayenin karşısına kullanım değeri olarak çıkan emek gücü için de geçerlidir. Sermayenin kendisine “değer getiren etkinlik” olarak, “üretken gücü ve yeniden-üreten gücü” olarak emeğe gereksinimi, azalma eğilimindedir. Bu da sömüren ve sömürülen arasındaki karşıtlığı tüm toplum sathına yayan bir olgudur. Sermaye kurumlarının, krizi aşmak yerine onu yönetmekle yetinmek zorunda kalışlarının nedeni bu olmalı. “Yavaşlatılmış felaket” bu olsa gerek!
Tüm yaşam alanlarının, değerlerin ticari ve mali küreselleşmenin nesneleri haline gelmesi metanın bu tip bir çoğalma biçiminin göstergesidir. Ürünlerin doğrudan kullanımı yanında imajı için de satın alınmasıyla meta üretimi kültürel bir boyut kazanır ve kültür metalaşır. Artık meta, reklamcılık dolayımıyla estetik ve erotik bir biçimde tüketilmektedir. Böylece kültür-sanat, etik-estetik değerler ve politika da şizofrenik biçimde, kendi özgün anlamından kaymakta, sonuçta tüm yapılar, değerler ve insani varoluşun kendisi bir geçiş evresine girmektedir. Bir toplumsal formasyon olarak burjuva toplumu, küreselleşme ile birlikte, eklemlenmiş bir bütün olarak kendisini vareden tüm yapılarıyla maksimal düzeye doğru sürüklenmektedir.

KAPİTALİZM NEREYE GİDİYOR?
Savaş sonrasında 1945’ten 1973’e dek süren uzun canlılık döneminin temelinde, emek üzerinde belirli bir denetimin, bir teknolojik bileşimin, tüketim alışkanlıklarının, politik ekonomik iktidarın belirli bir biçimlenişinin yattığı ve bunun Fordist-Keynesçi biçimleniş diye nitelendiği bilinmektedir. Bu sistemin 73’ten itibaren çöküşü, hızlı değişim, çalkantı ve belirsizlik içeren bir döneme yol açtı. Daha esnek emek süreçleri ve piyasalara, daha yüksek coğrafi akışkanlığa ve tüketim kalıplarında hızlı değişikliklere dayanan yeni üretim ve pazarlama sistemleri, yeni bir birikim modelinin düzenlenme seyri olarak gelişti.
Esnek birikim diye nitelenen bu modelin öncü teknolojisi mikro-elektronik dönüşümdür. Bilgisayarın ekonominin bütün süreçlerinde devreye girmesi; bilgiyi toplama, internet ağıyla uluslararasılaştırma ve üretime uygulama. Bu olgu bir yandan karlılığı arttırırken, aynı zamanda, uzaktan yönetime imkan vererek, üretimin coğrafi olarak parçalanmasını (aynı zamanda genişlemesini) sağlıyor. Dolayısıyla, üretimin, işin yeni biçimler almasını gündeme getiriyor. Zincirleme çalışmanın (Fordizmin) yerini işçi sınıfının yapısını çok boyutlu etkileyen yeni biçimler alıyor. Bütün bunlar çalışanların sorunları algılayışını, karşı karşıya oldukları saldırıyı kavrayışlarını derinden etkiliyor.
Sözünü ettiğimiz eğilim, taşeron emek, atipik iş akitleri, part-time ve kesintili çalışma, serbest çalışma gibi biçimlerde görece temsil edilen, sermayenin emekle “ücret-dışı” bir ilişki geliştirmesinde fiilileşiyor. Çünkü ücret, göreli olarak, ekonomik ve toplumsal açıdan (sözleşme düzeni, sendikalar, sosyal güvenlik vb.) pahalı bir emek tarzıdır. Ancak parçabaşı iş gibi emek türlerinin böyle bir maliyeti yoktur. Bu nedenle, sermaye, artı-değer sömürüsünü tüm topluma yaygınlaştırmak için, ücretli-emek kitlesini görece azaltarak, ya da vasıflı emekle sınırlayarak ücret-dışı emek kategorilerine dönüştürmektedir. Vasıflı emeği de daha çok bir hizmet kategorisine dönüştürmekte ve bu kesimi şirket yönetimine katmakla yeni tür bir “işçi” aristokrasisi geliştirmektedir (“Katılımcı demokrasi” işte bu kesimle sınırlıdır!) Bu iki yönlü süreç (ücret-dışı ve hizmet kategorisi) farklı ağırlıklarla merkez ve çevre işçi sınıflarının birliğini parçalayan, bilincini geriletip farklılaştıran bir rol oynuyor.
Bu süreçte kriz, sermayenin entegrasyonunu hızlandırdığı gibi merkezileşmesini de arttırdı. Küreselleşme, neo-liberalizmin bütün savlarına karşın, dünyayı mal, sermaye ve işgücünün genelleştiği bir pazara dönüştürüp iktisadi ve toplumsal koşulları homojenleştirmiyor. Aksine, merkez-çevre arasındaki kutuplaşmayı daha da artırıyor. Çünkü, emperyalizmin dayattığı yalnızca sermayenin akışına “serbest” olan piyasa modeliyle, çevredeki iktisadi ve siyasi yapılar merkezdeki sermaye birikiminin gereklerine uyarlanıyor. Bu uyarlama, birikimin ve üretici güçlerin merkezde hızlandırılmasına hizmet ederken çevre ülkelerde ise engellenip yozlaştırılması sonucunu veriyor.
Bundan önceki kapitalist yayılma, sistemin çevresindeki kapitalizm-öncesi sosyo-ekonomik biçimleri sermayenin yeniden üretiminin gereklerine bağımlılaştırmış, bu da ulusal halk devrimlerine yol açmıştı. Bugün ise, bu devrimlerin geliştirdiği çevresel kapitalizmle palazlanan yerel burjuvaziler, çıkarlarını uluslarüstü sermaye ile bütünleştirdiler. Bu açıdan küreselleşme, nitel bir sıçrama değil, küresel sınıf ittifaklarının ve çevredeki yönetici sınıfların emperyalizme bağımlılık koşullarının yeniden üretimi demek. Bu ülkelerde üretim sistemi küresel sistemin parçası olarak yeniden oluşturulmak üzere parçalanıyor. Kriz yönetiminde kilit rol oynayan özelleştirmelerle kalkınma döneminin yatırımlarına el konuluyor. Banka ve sigorta şirketlerinin, borsanın küreselleşmesi, halkın tasarruflarının finans kesimince boşaltılmasına yarıyor. Yabancı sermaye, ağırlıkla finansal yatırımlardan yana. Böylece çevre sanayileri taşeronluğa indirgenmekte ve sonuçta IMF eliyle bu ülkelere uygulanan yapısal uyum programları dünyadaki gelir dağılımında daha eşitsiz bir hiyerarşi doğurmaktadır. Yapısal uyumun genel sonuçları ise şunlar: Hızla artan işsizlik, ücretlerde düşme, çevrede ölümcül kirlenme, sağlık sisteminde bozulma, eğitime girmede düşüş, üretim kapasitesinde düşme, sürekli büyüyen dış borç, siyasal yapının yozlaşması, rüşvet, vb.. Kısacası, 1945-90 dönemindeki görece iyileşme ve kazanımlar hızla geri alınmaktadır. Çevrenin kalkınması, işşizliğin azaltılması sermayenin çıkarına uygun değildir artık.
Bağımlı ülkelerde üretilen artı-değerin gaspı, artı-değeri dünya ölçüsünde merkezileştirmekle birlikte, sistemin temel özelliklerinden olan gelişmişlik-azgelişmişlik kutupsallığını derinleştirmektedir. Emperyalistler son on yılda bağımlı ülkelere yatırdıklarının dört katını kâr olarak transfer ettiler. Bu ülkelerin 1982'de 900 milyar dolar olan borç tutarı 1995'te 1.500 milyar dolara çıktı. Buna karşılık gelişmiş ülkelerin kişi başına düşen yıllık ortalama geliri 1978'de 9 binden, 1995'te 23 bin dolara çıkmıştır. Dünya halklarını köleleştiren, kapitalizmin tarihinde eşi görülmemiş bir soygundur bu.

KÖLECİ ROMA/KÜRESEL KAPİTALİZM
Bu bakımdan Roma imparatorluğunun çöküşü ile kapitalizmin krizi arasında büyük bir benzerlik var: Her iki durumda da sistem, artı-değerin (Roma'da köle emeği) vaktinden önce aşırı biçimde merkezileştirilmesine dayanıyor, yani merkezileşme kendisini destekleyen üretim ilişkilerinden kopuyor, çevrede üretici güçlerin gelişmesini de silip götürüyor. Köleci toprak sahibinin tek derdi artı-ürünün kaymağını götürmekti. Toprağın verimliliği, bu uzaklarda oturan efendiyi pek ilgilendirmezdi. Küreselleşme çağında ise kapitalistler, akışkan kaynakların kazandırdığı hareket yeteneği ile nesnel sınırlamaları aşıyor. Sermayenin özgür hareketine yerel yöneticilerin dayatabilecekleri sınırlamalardan da Çok Taraflı Anlaşma (MAI) ile kurtuluyorlar, direnişle karşılaştıklarında daha yumuşak bir bölgeye hareket edebiliyorlar. Yani sermaye işçi sınıfının direnişini eskiden olduğu gibi, iş disiplini, işletmenin rasyonalizasyonu yöntemlerinin yanısıra, ondan kaçarak da aşmak eğiliminde.
Sermayenin önündeki bütün “hız sınırlamaları” ortadan kalkmaktadır. Onun için uzak ve yakın ayrımlarının, ulaşım ve iletişimde zaman sorununun, enformasyonun hareketinin elektronik mesaj sayesinde nesnelerin (ve bedenlerin) hareketinden kurtulmasıyla bir anlamı kalmamıştır. Bu, sermaye sınıfının nüfusun geri kalanıyla, halkla, artık hiçbir şey (kültür, tarih, coğrafya, vb.) paylaşmayacakları, tam anlamıyla kozmopolitikleştikleri anlamına gelir. Sermaye artık mekana bağlı değildir, gücü yurtsuzlaşmış ve “özgürleşmiştir”.
Üretim tarzı, üretici güçler ve üretim ilişkilerinin bütünlüğüdür. Üretim araçlarının özel mülkiyette oluşu ile doğrudan üreticiler arasındaki çelişki üretim ilişkilerinin kutupsallığını oluşturur. Üretim süreciyle temellenen kutupsallık, kapitalizmin kendini yeniden-üretme dinamiklerinden biridir. Üretim sürecinin dünya ölçüsünde parçalanması ve esnek emek biçimleriyle bu kutupsallık ortadan kalkmıyor; sürecin mekanı küreselleşiyor. Ama mekan emek için değil, sermaye açısından genişliyor. Metanın serbest dolaşımına karşın işgücü fazlasının serbest dolaşıma girmesi engelleniyor. Üretim ilişkilerini küreselleştirmekle birlikte, yarattığı işsizlik ordularıyla ve yurtsuzlaşmasıyla sermaye, (mülkiyet ilişkileri yönüyle değil, fiili ilişkiler anlamında) görece bu ilişkilerden kopuyor. Çünkü bilginin üretim aracı olarak devreye girmesi, üretim araçlarını “canlı emeğin iletkeni” olmaktan çıkarmakta ve sermayenin sermaye olarak kendisini varettiği üretim süreci, canlı emekle nesnelleşmiş emek arasındaki ilişkinin dolayımı olmaktan çıkmaktadır. Yani canlı emek üretim sürecinden dışlanmaktadır. Sonuçta bütün toplumsal yaşam artı-değer sömürüsünün karşılandığı bir fabrikaya dönüşmekte, kutupsallık da tüm toplumu kapsamaktadır. Küreselleşme, küresel kutuplaşmayı adım adım yaratarak, yeniden üreterek dünyamızı insanlık-dışı bir patlamaya hazır hale getirmektedir. Kapitalizmin tarihsel sınırı da tam burasıdır.
Kapitalizmin küreselleşme ile vardığı bu durum, Marx ve Engels’in Manifesto’daki öngörüsünü akla getirir. O günkü kapitalizmin gelişme temposuna bakarak onlar, nüfusun büyük ölçüde proleterleşeceğini, orta sınıfların yok olacaklarını, dolayısıyla, kapitalizmin kendi mezar kazıcılarını yetiştirdiğini öngörmüşlerdi. Öngörü kapitalizmin o günkü çerçevesi içinde gerçekleşmedi. Şimdi de nüfusun büyük çoğunluğu onların söylediği anlamda proleterleşmiyor. Ama sermaye tarafından gerçekleştirilen farklı ancak tamamlayıcı sömürü biçimlerine tabi, fiilen proleter özellikler taşıyan farklı toplumsal gruplar yaratıyor. Dolayısıyla, sınıf mücadelesinin politik birliği de farklı ama tamamlayıcı sömürülme deneyimleriyle temellenen ihtiyaç ve çıkarların indirgenemez ortak kabulüne dayanabilir.

YENİ DÜNYA DÜZENİ
ABD hegemonyası, 70'li yıllardaki gibi güçlü değil. Ekonomik üstünlüğü inişli-çıkışlı bir seyir izlemekte; hegemonyasını askeri-politik üstünlüğü ile sürdürüyor. Hegemonya, çok boyutlu, göreli ve her zaman risk altındaki bir olgudur. Çok boyutluluk, ekonomik (yüksek verimlilik, teknolojik üstünlük, dünya ticaretinde ağırlık ve etkili para), siyasal, ideolojik-kültürel ve askeridir. Hegemonik merkez, egemenlik altında olsun ya da olmasın, diğerleriyle bir uzlaşma aramak zorundadır. Dolayısıyla hegemonya, tarafların durumuna, ekonomik ve başka güç dengelerinin evrimine bağlı olarak risk altındadır. 1989-91'de Doğu Avrupa ve Sovyet rejimlerinin çöküşü, göreli istikrara büyük bir darbe vurdu, dünya dengelerini altüst etti. Çözülme, Avrupa ve Asya kıtalarında emperyalistlerarası yeniden paylaşım mücadelesine yol açtı. Bu mücadele Soğuk Savaş döneminde yatışmış çelişkileri su yüzüne çıkardı. Soğuk Savaş’ı müttefiklerini kontrol etmekte kullanan ABD, bu avantajı yitirmiş oldu. Düşük askeri harcamaların sağladığı avantajla Pasifik havzasından güç alan Japonya ve Avrupa Birliği’nin karşısında ABD'nin de Kanada ve Meksika’yı kendi ekonomik alanına sokan NAFTA'yı kurması, emperyalist dünyada tek hakim gücün etrafında toparlanmanın koşullarını ortadan kaldırdı. Bu üçlü arasında şimdi “parasal soğuk savaş” sürmektedir. Koruyucu önlemlere başvurdukları oranda rekabet kızışacaktır. Dünyanın diğer ülkelerinin bu üç kutuplu dünyanın havzalarıyla ilişkilenmeleri; meta zincirleri, kârlı üretim sektörleri, stratejik ihtiyaçları karşılama açısından vazgeçilmezlik ve optimallik derecelerine göre şekillenmektedir. Ancak Çin’in ve Avrasya’da nüfuzunu korumaya çalışan Rusya’nın hangi kutba dahil olacakları sorusu belirsizliğini korumaktadır.
Dünya sisteminde ekonomik düzenin bu üç kutupluluğuna karşın askeri düzen tek kutupludur. ABD emperyalizmi küresel ölçekte askeri güç uygulama istek ve potansiyeline sahip tek varlıktır. Sovyetler'in çöküşü ile bu yöndeki olanakları daha da artmıştır. Ancak, bu gücün ticari bir mal haline geldiği de gözleniyor. Bu politikanın ilk adımı Körfez Krizi sırasında atılmış, savaşın maliyeti, düzenin bekası ve istikrarın bedeli olarak petrol zengini ülkelere ödettirilmiştir. Yani ABD şiddet yanlısı politikayı daha çok dünya ekonomisinin kontrolü için bir araç olarak kullanmaktadır.

KÜRESELLEŞME VE ULUS–DEVLET
Tarihsel olarak inşa edilmiş burjuva ulusal devletler, dünya sisteminin merkezlerini yaratmış, ulusal kapitalist ekonomilerin yönetiminin politik ve toplumsal çerçevesini temsil etmişlerdir. Ulusal sermayelerin denetimindeki bu devletler saldırgan bir rekabet içinde oldular. 19. Yüzyılda sanayileşmeleri ile çevrede sanayi yokluğu arasındaki karşıtlık, bunların emperyalist yayılmacılığının maddi temeli oldu. 2. Dünya Savaşı sonrasında ise ulus-devletin rolü yavaş yavaş değişmeye başladı. Çevre ülkeler, ulusal devrimlerle sanayileşme yoluna girdiler, Batı imajlı devletlerini kurdular.
Dünya sistemi, iktisadi ilişkilerin ötesinde bir de ülke devletleri arasındaki ilişkileri içerir. Soğuk Savaş döneminde her devlet iki ayrı belirlenme içindeydi: 1) ülke içindeki sınıf dengeleri, sermaye grupları vs.’nin baskı ve talepleri; 2) diğer devletlerle içinde bulunduğu hiyerarşik sistemin ve onun hegemonik gücünün zorlamaları. Bu yapı içinde ülke sermayeleri öncelikle kendi devletleriyle ilişki içindeydiler; toplumsal sınıflar ulus-devlet sınırları içinde oluşmuş toplumsal ilişkilerce belirleniyordu. Oysa şimdi dünya pazarı hiç bir devletin, ABD’nin bile denetleyemediği bir özerk güç haline gelmiş, uluslarüstü bir kapitalizm ortaya çıkmıştır. Çokuluslu şirketlerin pazarlık gücü karşısında hükümetlerin göreli özerklikleri zayıflamakta, sermayenin uluslarüstü güç olma eğilimi ile devletler sistemi çatışmaktadır. Yatırım kararları, bilgisayar teknolojisinin gelişimiyle birlikte, ulusal-devletin denetimi dışına çıkmaktadır.
Küreselleşmenin ulus-devleti erozyona uğratması, bir kaosa, dünyanın her köşesinde siyasal, toplumsal ve ideolojik krizlere yol açmaktadır. Çünkü ulus-devletin yerini alabilecek, üretim sisteminin gereksindiği yeni siyasal ve toplumsal biçimler, etkili bir dünya örgütü geliştirilememiştir. Üstelik, sermayenin egemen mantığının krizi sona erdirmekten çok, onu yönetmeye odaklanması krizleri derinleştiriyor. Artan küreselleşen alanın ekonomik yönetimi ile bunun ulusal alanlara parçalanmış siyasal ve toplumsal yönetimi arasındaki bu çelişki, dünyanın kutuplaşmasını yeniden üretip derinleştirmekle kapitalizm için ölümcüldür. Ulus-devleti erozyona uğratan sermaye nüfuzunun mantığı ile ulusal gerçekliklere dayanan politik ve ideolojik sistemler arasındaki çatışma, özellikle çevrede yöneticilere karşı güven duygusunu aşındırmakta ve sonuçta onları içerde ve dışarda günah keçileri yaratmaya itmektedir. Yasadışı paranın yayılmasıyla birlikte yasadışılığın yükselişi muktedir devlete meydan okuyor. Koruyucu devlet, dışlanmış kitlelerin belirmesiyle yadsınır hale geliyor. Her ikisi de düzen yapılarının zayıflığını açığa vuruyorlar. Sosyal demokrat düşte “sosyal devlet”le doruğuna ulaşan toplumsal düzen, büyümenin hızını kesmesiyle sarsılıyor. Oysa yakın döneme kadar, kapitalizmin gelişmesi, birikimin yeniden üretiminin belirlendiği alan ile onun siyasal ve toplumsal yönetiminin alanı arasındaki uyum üzerine yapılandırılmıştı. Bu süreç, liberalizmin –özünde yalan olan– devlet müdahaleciliğine karşı olma savını doğrulamaz; ama devletin de çevreden merkeze doğru çözüldüğünü gösterir. Ancak bu çözülmeyi; devletin, göreli özerklik ve ideolojik hegemonyada ifadesini bulan sınıflar arasında denge sağlayıcı yeteneğinin “buharlaşması”, egemen sınıfın, sömürülen ve ezilenler üzerinde giderek saydamlaşan salt bir baskı ve tahakküm aygıtına indirgenme süreci olarak anlamak gerekir. Liberallerin “otoriter demokrasi” dedikleri şey.

KRİZ YÖNETİMİ
Kriz yönetiminin dünyayı içinde başarıyla tuttuğu durgunluk, üretimci yatırımda çıkış bulamayan devasa bir sermaye fazlasına yol açmış ve sonuçta öncelik, dalgalı sermaye kütlesinin yönetimine verilmiştir. Bunun sonucunda ekonomi üretken-olmayan gelirler ekonomisine dönüşmekte ve hizmetler, toptan ve perakende ticaret, bankacılık, menkul ve gayri-menkul alanlarda yoğunlaşmaktadır. Böylece kârın büyük bir kısmı mal üretimiyle ilgisi olmayan kesimlere gitmekte ve finansal zenginliğin daha önce görülmemiş şekilde yığılmasına yol açmaktadır. Yeni bir finansçı kuşağı, reel ekonomi içindeki girişimci işlevlerini terkederek, yatırım bankaları, muhasebe şirketleri, uluslararası simsarlık firmaları vb. çevresinde gruplanmaktadır. Faaliyetleri spekülatif bir karakter, giderek suç niteliği taşımakta, iş gördükleri alanda yasal olanla-olmayan daha çok içiçe geçmektedir. Eşzamanlı olarak, ekonomik ve toplumsal politikalarla siyasal süreç üzerindeki etkileri güçlenmektedir.
Kriz yönetiminin sermayeyi üretken olmayan alanlar- da, rant ve faizde tutması sistem için riski arttırmaktadır. 1994'te Meksika'da, 1997 ve sonrasında Asya’da ve Rusya’da patlak veren mali krizlerin dünyaya yayılması, uluslararası mali sistemin ne denli kriz eğilimli olduğunu gösterdi. Sonuçta kriz yönetimi, sermayenin 1930’lardaki gibi ani ve toplam değersizleşmesini engellemek için uçan sermaye fazlasına başka pazarlar bulmak demektir. Yıllık dünya ticaret hacmi 3000 milyar dolarken, uluslararası uçan sermaye hareketinin portresi yaklaşık 80-100.000 milyar dolardır.
Küreselleşmeye ilk yanıt, dinci, milliyetçi akımlardan geldi. Üç-kutuplu sistemin (merkez-çevre-sosyalist blok) çökmesi, gerileme ve durgunluk, bu akımları güçlendirdi. Oluşturdukları merkezkaç güçler karşısında çevrede yönetici sınıf meşruluğunu kaybetti, sınıf birliği parçalandı. Çünkü halklar, Batıda sürekli büyümenin kalıcılığına, Doğuda sosyalizme inanıyorlardı; çevrede ise, yerel burjuvazilerin öncülüğünde modernleşme ve ulusal kalkınma projeleriyle azgelişmişlik sınırlarının aşılacağına. Ama tüm projeler hayal kırıklığı yarattı. Bu koşullarda yeni kapitalist yayılma, toplumsal parçalanmaya, yani bölgesel, etnik, dinsel, dilsel-kültürel vb. gibi cemaatleri esas alan toplumsal gruplaşmaların ortaya çıkmasına yol açtı. İnsanlar karşılaştıkları sorunları göğüsleyebilmek için yerel değerlere daha çok sarıldılar. Gelecek kaygısı, dinsel ve etnik aşırılıkları öne çıkardı. Doğuda ve Batıda, ortak toplumsal özdeşleşmeler, sınıf ekseninden büyük ölçüde eski moda hareketlere kaydı. Bu süreç, globalizmin sistem karşıtı hareketlere yönelik, soyut bir bireysel özgürlük ve evrensellik adına sınıfsallığa, siyasallaşmaya, örgütlülüğe karşı, yeni kimlik ve anlam arayışını gündeme getiren ideolojik saldırısıyla atbaşı gitti. Sonuçta ezilenlerin inandırıcı bir özgürleşme seçeneğinden yoksun kalmaları, geçmişe dönük ütopyalara, yani dinci ve milliyetçi akımlara yaradı, onları güçlendirdi. Marx'ın din için söylediği, "ruhsuz koşulların ruhudur” sözü tam da bugüne denk düşmektedir.
Ama bu tarz yanıtın yükselen dalgası gerilemektedir. Yarı-sanayileşmiş çevrede görece azalan aktif işgücü ile muazzam işsizler ordusunun birlikte varoluşu, derin ve potansiyel olarak devrimci bir çatışmaya elverişli hale geldi. İşsizlik, Batı toplumlarının da sürekli bir özelliği. Avrupa’daki toplumsal çatışmalar geçmişte ekonomik alanla sınırlıydı, büyümeden pay almak anlamındaydı. Refah devletinde ifadesini bulan sermaye/emek arasındaki tarihsel uzlaşmaya bağlıydı. Bu uzlaşma, başta sermayenin refah devletine saldırısıyla ortadan kalktı.
Gerileme merkez ülkelere göçü artırmakta, onların iç istikrarını bozmaktadır. Göç dalgası, Kuzeyin demografik düşüşü ile birlikte düşünülürse, toplumsal yaşamın yapısını dönüştürme eğilimindedir. Göçmenlerin siyasal ve toplumsal yaşama katılım hakları giderek büyüyen bir sorundur. Bu hakları sahiplenen demokratik güçler, hükümetlerin akıntıya direnme yeteneğini köreltirken, bu işgücü yerli ücretli emek üzerine basınç oluşturup işsizliği artıran bir rol oynadığından, göçmenleri dışlamakta odaklaşan sağ politikalara, ırkçılığın yükselişine gerekçe oluşuyor. Göçmenler işçi sınıfının alt tabakasını oluşturuyorlar. Bugüne dek etnik kimlikleri daha çok öndeydi; ama yarın sınıf kimlikleri olacak. Sonuçta sermaye, merkez halkları, sosyal ve siyasal açıdan birikimin gereklerine görece uyumlulaştırma şansını da bizzat kendisi dinamitlemektedir. Bu nedenle kriz yönetimi, yalnızca merkez-çevre arasında değil, merkezde de toplumsal ve siyasal çelişkileri kutupsallaştırır.
Ayrıca, kriz yönetimi merkez ülkelerin ihracatını teşvik ederken 3. Dünyayı bunun dışında tutmaya çalışır. Tıpkı Almanya’nın Versay anlaşmasıyla, savaş tazminatı ödemesi istenirken, ihracat yapmasını önlemek gibi. Sonuçta bu yönetim, hem gelişmiş ülkelerin kendi arasında, hem de gelişmekte olanlarla ilişkilerinde güç kullanmak dışında başka araç düşündürmeyen bir stratejidir; ve bu giderek daha az istikrarlı bir dünya sisteminde patlamalara yol açabilecektir. Körfez savaşındaki ABD-Irak karşılaşması bu içerikteki patlamanın ilkiydi, Yugoslavya savaşı ikinci örnek oldu.
Öte yandan ekolojiye yönelik global tehdit, dünya çapında kamusal girişim ve planlamalardan yana güçlü argümanlar ortaya atılmasına yol açıyor, doğal sınırlara karşı duyarlı bir ekonomiyi zorluyor. Hem kıt kaynakların kullanılmasını hem de üretim kararları ve tüketim eğilimlerinin global ekoloji sistemleri üzerindeki olası etkilerini izlemek yönünde güçlü bir uluslararası planlama düşüncesi var. Bu düşünce, teknolojik aygıtı ve sanayi üretimini ekolojik dengeyle uyumlulaştırmaya zorlayıcı etkinliklere giderek daha fazla dönüşüyor (fosil yakıtlara alternatifler geliştirilmesi). Diğer bir deyişle, kapitalizmin yaşam ve tüketim tarzını küreselleştirmesine karşı herşeyden önce ekolojik engel çıkıyor. Çünkü ekolojik çevrenin temizlenmesi (üretim sürecinin bir yan ürünü olan kimyasal toksinlerle mücadele) ve yenilenmesi (yeni ağaçlar dikmek gibi) ciddi bir toplumsal maliyet sorunu üretiyor. Yakın dönemde Batıda yükselen çevre hareketleri, sonuçta sermayeyi, çıkış olarak, kirli teknolojileri ve sanayi atıklarını, böylece maliyeti de çevre ülkelere aktarmaya yöneltti. Ancak bu, Kuzey/Güney eşitsizliğini arttıran bir faktör oldu. Güneyde gelişen duyarlılıkla birlikte çevre konusundaki faaliyet, küresel kâr oranını kaçınılmaz olarak düşürecek bir rol oynayacaktır. Yani ekolojik kriz, sistem açısından bir başka sınıra işaret eder: dünyanın kırsallıktan çıkarılması sürecinin yaşamı tehdit eden bir düzeye gelip dayanması...

ÇAĞDÖNÜMÜ: YA SOSYALİZM YA BARBARLIK
İçinden geçtiğimiz çağdönümü, barbarlık ve özgürlük eğilimlerini bir arada içermektedir. Yeni teknoloji biçimleri hayatı hem zenginleştirmenin ve kolaylaştırmanın potansiyellerini, hem de tahrip etmenin, insanlık-dışılaştırmanın araçlarını sağlamaktadır. Bu yeni biçimler, bir yandan çalışma saatlerini azaltıp boş zamanı artırırken, öte yandan onların kapitalist kullanımı kitlesel işsizliğe yol açmaktadır. Bilgisayarlaşma süreci öğrenim biçimlerini kolaylaştırıp bilginin dolaşım hızını arttırırken ve robotlar emek gücünün insafsız kullanımını azaltmaktayken sınıf eşitsizliklerini de perçinlemekte, yeni kölelik biçimlerine yol açmakta, halkın gözetim ve denetim altında tutulma olanaklarını, medya tekellerinin tahakkümünü de arttırmaktadır. Yeni medya teknolojileri bir yandan zihinsel faaliyetleri güçlendirme, yerel ve evrensel kültürün yeni sentezlerine aracı olma, böylece kültür ve sanata daha insani ve daha özgürleştirici boyut ve içerik kazandırma imkanına sahipken, öte yandan, manipülasyon ve yönlendirmelerle zihne ket vurmakta, Körfez savaşında olduğu gibi gerçekleri saptırmakta, her türlü şiddeti ve vahşeti küreselleştirmektedir.
Komünizm, Sovyetlerin şahsında Batı için bir tehditti. Kendisi kadar hasımlarının güçlerini ve davranışlarını da yeniden yapılandırmış, uluslar yapbozunun parçalarını dengede tutmuş, nükleer caydırıcılıkla belirsizlikleri sıfırlamış, emperyalist devletlerin bencilliğini aşındırıp onları kutsal birliğe iteklemiş, ekonomik, askeri ve teknolojik alanlarda kapitalist sistemin dinamizmini ayakta tutan en önemli rakibi, sonuçta istikrarının garantisi olmuştur. Alain Minc, Yeni Ortaçağ adlı kitabında, durumu şöyle özetliyor: “Hiç bir riskin olmadığı ama bir tehditin bulunduğu bir dünyadan, tehdidin olmadığı ama sayısız riskin bulunduğu bir dünyaya geçtik.” (s.107) Gerçekten de çöküş öylesi zincirleme etkiler yarattı ki... Pandora’nın Kutusu gibi.
Yasadışılık en gelişmiş demokrasilerin bağrına yerleşiyor. Piyasanın başarısı, “gri alanlar”ın başarısı ile atbaşı gitmektedir. “Derin devlet”in varlığı dışında, iktidar sahipleriyle dayanışma içinde mafyalar da hızla gelişen bir toplumsal örgütlenme biçimi, dünya sisteminin önemli bir faktörü olarak görünüyor. Bir çok kent, devlet otoritesinden mafyanın, çetelerin denetimine geçiyor. Varoşlarda solcuların yerini çeteciler almış. Uyuşturucu babaları, yozlaşmış eski KP yöneticisi gibi yağmacılar, uluslararası finansın kalbine yerleşmiş. Gri alanlar Afrika’nın büyük bir bölümüne yerleşiyor, Rusya ve Müslüman cumhuriyetlerde hüküm sürüyor, serbest piyasa ile Çin’e işliyor, Ortadoğuda teokratik rejimlerle birlikte yaşıyor; afyon ve kokain imparatorları ile Latin Amerika’da, Balkanlar’da savaşa eşlik ediyor, Avrupa’ya yayılıyor. Eskobar’ları besliyen koka ve afyon dışında 3. Dünyada gelişen başka tarımsal ürün yok! Halkın geçim alternatifi mafyanın gücünü oluşturmakta. Yasadışı ekonomi, mübadelenin yasa ve ilkelerine resmi olandan daha çok uyar. Resmi toplumla yeraltı dünyasını, temiz işlerle pis işleri, ak para ile kara parayı birbirinden ayırdetmenin giderek zorlaştığı, işsizliğin, dışlanmışların çoğaldığı, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun kural olduğu bir düzende elbette ki önü açık olacak.
Bilgisayar ile astroloji, cep telefonu ile tarikatlar, gen haritası ile AIDS, klonlama ile köktendincilik gibi garip eşleşmeler... “Serbest” hukuksuzluk bölgeleri, gri alanlar, artan yoksulluk-açlık yöreleri, delinen ozon tabakası, işsizlik karşısında çözümsüzlük, görülmemiş ekonomik durgunluk, karaparaya boğulmuş küresel finans sistemi, mali krizlerin sıklaşması, kültürel kriz, barınmadan aşk’a, sanattan rasyonel bilgiye kadar yaşamın gelişmiş biçimlerine karşıt olarak gelişen barbarlık pratikleri, düzensizlik, belirsizlik, akıldışılık, giderek “Atinalılaşan” demokrasi.. Tüm yapıların, değerlerin içerikleri boşalıyor; her şey son sınıra doğru hızla sürüklenmekte! İşte ideolojik tekeli elinde bulunduran liberalizmin çizdiği tablo; sapmalar ona ait, sonuç onun ideolojik iflası. Yol açtığı ise, insanlığı ve dünyayı yıkıma sürükleyen yeni barbarlık.
Baştaki teze dönelim. Bu, kapitalist sistemin çözülüşüdür; tedrici, yani evrimci bir süreçle, “katılımcı demokrasi”yi de bir moloz gibi sürükleyerek, barbarlığa (belki yeni bir köleci düzene) geçişi. Mutlak olarak tek geçiş mi bu? Elbette ki değil. Bununla birlikte devrimci geçişten de söz etmiştik. Ama şu pozitivist akılla, “sosyalizm, kapitalizmi zorunlu olarak takip eder” şeklindeki katı-determinizmle konuşmuyoruz. Dediğimiz şu:
Bir üretim tarzının bozulması, kendi kendisiyle özdeşleşememesi, ancak bir başka üretim tarzının koşullarını yaratır, onun zorunluluğunu değil. Çünkü bu zorunluluk iktisadi yapıdan çok daha karmaşık, toplumsalın bütünü içinde, yani ideolojik, politik, ekonomik bütünün dönüşüm şartları içinde yer alır. Dolayısıyla, kapitalist üretim tarzının krizi, siyasal ve ideolojik şartların da yan yana gelmesiyledir ki, kapitalist üretim tarzı yerine sosyalist üretim tarzının geçiş şartlarının bütününü yaratır.
Toplumsal açıdan, iradi müdahale veya insanın bilinçli eylemi böyle bir anda –diğer tarihsel uğraklardan farklı– bir rol oynar. Ama nasıl? Evrimi, yozlaşmasına karşı çıkarak alternatif olanak yönünde feraha çıkarmak için zorlayarak. Bu, evrimin “özerk doğası” açısından zorunlu değil elbette. Ama insan toplumunun ihtiyaçları, bekası açısından zorunlu. Geçiş sürecinde nesnel çelişkiler varolduğu sürece ve bunlar emekçilerin nesnel çıkarlarına denk düştüğü içindir ki sosyalizm de gerçek bir imkandır. Çünkü imkanların gerçek olmasını, mümkün olanın sınırlarını belirleyen somut tarihsel koşullardır; yani sistemin iç çelişkileri, sıklaşan krizleri, sınıf çıkarlarının uyuşmazlığı, gittikçe derinleşen eşitsizlikler; sistemin doğayla, insanın varoluşuyla uyuşmaz bir noktaya gelişidir. Ve bu nokta, artan çatallaşmanın, gittikçe saydamlaşan ikilemin insanları tercihe zorladığı bir an’dır. İşte bu zemin üzerinde “Tarihi insanlar yapar.” Unutulmamalıdır ki, tarihin böyle an’larında küçük girişimler büyük sonuçlara yol açar. Varolan koşullar altında tahayyül edilmesi çok zor yeni devrimler dalgası yeni bir küreselleşme biçimine yol açabilir. Kapitalist-emperyalist sistemin kalbinde, Seattle’da başlayan direniş sistem-karşıtı yeni bir dinamizm geliştiriyor. İlk sonucu, Amerikan seçimlerindeki etkisiyle siyasi bir krize yol açmış olması dahi olabilir!

kaynak

23 Ocak 2009 Cuma

Edebiyatımızın zenginleşme süreci

Öykü ve romanın gelişiminde ise, yazın akımları açısından benzeri karmaşıklık görülmez. Belki şiirin, öykü ve romana oranla daha bir söz sanatı olmasındandır bu. Bireysel ya da toplumsal, bir gerçekliği anlatır öykü de, roman da. Bir anlatıdır temelde. Bu nedenle gerçekçiliğin yorumlarına bağlı olarak tek, ama kalın bir çizgide gelişir. Yan çizgilerle dallanıp budaklanan, çeşitli arayışlarla zenginleşen bir süreçtir bu.
Önce de belirttiğim gibi, gerek Ömer Seyfettin gibi doğrudan Milli Edebiyat akımına bağlayabileceğimiz sanatçılar, gerekse sonradan bu akım içinde yer alan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay gibi adlar gerçekçiliği benimsemişlerdir. Ayrım gerçekliğe bakış açılarında, gerçekliği kavrayışlarındadır. Konu seçimlernii, anlatım biçimlerini bakış açıları belirler. Buradan çıkarak, değişik gerçekçilik anlayışlarına bağlanan kümelerden, birbirine zincirlenerek gelişen koşut çizgilerden söz edebiliriz.
Zamansal sıralanmayı göz önünde tutarak bu gelişimi kısaca özetleyelim:
Nabizade Nazım’la başlayan ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kimi yapıtlarında görülen doğalcılık, Bekir Fahri, Selahattin Enis gibi romancılarla sürer. Mehmet Rauf’ta ilk örneğini gördüğümüz psikolojik romanın izleyicileri ise Cemil Süleyman, Peyami Safa, Samet Ağaoğlu gibi sanatçılardır. Ama burada, ruh çözümlemesinin, ruhbilimin gelişmesi sonucu gerçekçiliğin bellibaşlı yöntemlerinden biri olduğu da belirtilmelidir. Nitekim Halit Ziya Uşaklıgil’den başlayarak Halide Edip Adıvar’ın ilk romanlarında (Seviye Talip, Handan gibi), Yakup Kadri’de, giderek Cumhuriyet dönemi gerçekçilerinde de ruh çözümlemeleri önemli bir yer tutar. Batılı örnekleri izleyen öykü ve romanın, gerçekçiliğin batıdaki gelişimine koşut bir çizgiyi sürdürmesi doğaldır.
Bir bakıma, romanın, İstanbul dışına çıkması, Anadolu’ya açılması da bu etkiye bağlanabilir. Bu yolda ilk ürünü veren Nabizade Nazım, gerçekçi yazına örnek vermek istediğini saklamaz zaten. Ama benzeri bir ürünün, Ebubekir Hazım Tepeyran’ın Küçük Paşa’sının (1910) gelmesi için yirmi yıl beklemek gerekecektir. Gerçi "Küçük Paşa" doğalcı bir roman değildir, ama Karabibik’ten sonra köyü konu alan ikinci romandır. Bir iki öykü bir yana, bu yolda üçüncü basamak Refik Halit Karay’ın Memleket Hikayeleri’dir (1917). Zincir, Yaban (1932), toplumcu gerçekçiler ve Köy Enstitülü yazarlarla sürer. Bu arada, memleketçi, Anadolucu yazının yüzeysel, duygusal bir gerçekçilikle sığ örnekler verdiği görülür.
Milli Edebiyat akımının öykü ve romana yansıyan bu olumsuz görünümünün altında siyasal oluşumların belirleyiciliğini aramak gerekir. Şiirde olduğu gibi, öykü ve romanda da, yenilgilerin doğurduğu karamsarlık ulusal duygulara, yurtseverliğe sarılmanın kurtuluş olarak görülmesine yol açmış, bu tutum dönemin yöneticilerinde de desteklenmiştir. İşgal yılları İstanbul’unun yozlaşmış, işbirlikçi ortamına karşılık, başkaldırının Anadolu’da filizlenmesi ise bu duygusallığı iyice beslemiştir (Yaban’ın, yayımlandığı yıllarda kimi çevrelerde büyük tepkiye yol açması bu düşün boşluğunu, gerçekle uyuşmazlığını acımasızca sergilemesindendir.). Cumhuriyet ve Cumhuriyet sonrası da, yenibir Türkiye’nin kuruluşu coşkusuyla anılan duyarlığı pekiştirir.
Özetlenirse, Sanatçının devlet tarafından korunması geleneğinin hala sürdüğü bu devirle, Cumhuriyet devrinin ilk döneminde sanatçılar, hükümetin hoşuna gitmeyecek gerçeklere değinmekten kaçınmışlar, bir çeşit tatlı su gerçekçiliği ile yetinmişlerdir." (Cevdet Kudret).
Cumhuriyet döneminin başlarında bu gerçekçilik bir noktada aşılır. Yakın geçmişin, Meşrutiyet dönemi Osmanlı toplumunun ve gerçeklerinin konu alındığı yapıtlardır bunlar. Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi ile "Sodom ve Gomore’si, Reşat Nuri Güntekin’in Yeşil Gece’si, Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal’ı bu yolda verilmiş ürünlerdir.

Kişisel Mektup Örnekleri - Mektup Çeşitleri

Mektup Örnekleri
Değerli Anneciğim,

Seni görmeyeli çok uzun zaman oldu ve bu zaman dilimi o kadar yavaş akıp geçiyor ki bir an önce bu zaman denilen kavramı hızlandırıp sana kavuşmak istiyorum, aslında senin yanındayken kıymetini bu kadar bilmiyordum uzaklaşınca anladım. En yakın zamanda gelip o güzel yemeklerinden tadacağım seni çok seven oğlun.


Mektup Örnekleri 2
Sevgili Arkadaşım;


Nasılsın? Aslında bu soruyu sormam hata sen hep iyisindir, benim en zor anlarımda dahi yüzünden gülücüğü eksik etmeyip o travmatik dönemlerimi atlatmama hep yardımcı oldun. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır.Mektubunda buraya geleceğinden bahsetmişsin, duyunca çok sevindim ve aklıma senin o müthiş mercimek çorban geldi. Hadi bir an önce gel ve bana şu güzel çorbanı yap. Bak yazarken bile ağzım sulandı.Seni çok seviyorum. İyiki varsın.

Öss'de Çıkmış Örnek Paragraf Soruları

PARAGRAF SORULARI

1. Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken The Marmara demek, Türkçenin sözdizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor.



Böyle düşünen bir yazar aşağıdakilerden hangisini söylemiş olamaz?


A) Türkçenin yabancı dillerin etkisinden kurtulmalıdır.

B) Yanlış kullanımlar dilimize zarar verir.

C) Bazı anlatım kalıpları olduğu gibi çevrilmemelidir.

D) Dilimizin kurallarına aykırı kullanımlardan kurtulmamız gerekir.

E) Yabancı kaynaklı kullanımlar bir dilin zenginliğinin göstergesidir.


2. Halit Ziya, eserlerinde insani değerleri esas aldığı için onun eserlerindeki kahramanlar insanı her yönüyle adeta kuşatır. Toplumun her kesiminden seçilen kahramanlar, yüzeysel bir şekilde tanıtılmaz. Yazar, kahramanlarının mizacı ve psikolojileri üzerinde yoğunlaşarak onların iyiye ya da kötüye doğru yönelişini tarafsız bir şekilde verir. Bunu yaparken de toplum gerçeklerini göz ardı etmez ve toplum gerçeklerini olduğu gibi yansıtmaya çalışır.

Yukarıdaki paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

A) Yazar, kahramanlarını gerçekçi bir şekilde tanıtmıştır.

B) Yazar, kahramanlarını tanıtırken onların ruhsal yönleri üzerinde de durmuştur.

C) Halit Ziya’nın eserlerinde toplumun her kesiminden insana rastlamak mümkündür.

D) Yazar, kahramanlarını tanıtırken yan tutmaz.

E) Halit Ziya’nın kahramanları ya tam iyidir ya da tam kötüdür.


3. Alman dilinin gelenekçi söyleyiş kurallarının dışına çıkan Nietzsche, yazılarını bir şiir uyumu içinde yazar, aklından geçeni yazıya dökerken dil bilgisi kurallarını bir yana iter; aforizmalar şeklinde yazdığı eserlerinin büyük kısmı imalarla, düşüncelerine dair ipuçları ile doludur. Olumlu başladığı bir cümleyi ya da paragrafı olumsuz bitirir ya da olumsuz başlar, olumlu bitirir. Alaycı, iğneleyici bir anlatımı vardır.

Yukarıdaki paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

A) Yazar dil bilgisi kurallarına uymamıştır.

B) Yazılarında şiir uyumu görülmektedir.

C) Gelenekçi söyleyiş kurallarının dışına çıkmıştır.

D) Yazılarının gidişatında istikrarlı davranmıştır.

E) Anlatımında kendi düşüncelerini de vurgulamıştır.


4. Türk kültür hayatındaki son on-on iki yıllık gelişme cumhuriyetin kuruluşundan sonra yapılan reformlardan hız almıştır. Tanzimat döneminin reformlarıyla başlayan dönem Türkiye’de Doğu - İslam müesseseleriyle Avrupa’dan müesseselerin yan yana yaşadıkları bir geçiş dönemidir. Cumhuriyetin kuruluşuyla girişilen reformlar ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası olan ikililiğe son vermiş, Türkleri kesin olarak batı kültürü ve medeniyeti çevresine sokmuştur.


Yukarıdaki paragraftan “Türk kültür hayatı”yla ilgili aşağıdakilerden hangisine ulaşılabilir?



A)Cumhuriyet döneminde yapılan reformlar bazı

alanlarda ikililiğe yol açmıştır.

B)Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Doğu-Batı kültür

öğeleri bir arada devam etmiştir.

C)Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’tan sonra ikililik yaşanmıştır.

D)Türkiye’de yaşanan ikililik Türklerin batı kültürü ve

medeniyeti çevresine girmesini zorlaştırmıştır.

E) Kültür hayatımızdaki gelişmeler cumhuriyetten

sonraki reformların sayesinde olmuştur.

5. Çağdaşları arasında en büyük şairdi Atilla İlhan. Kendi alanında bir virtüözdü. Ama artık yok! Şiirlerindeki serbestlik, rahatlık ve ne olursa olsun doğruluk… Çoğu şairde göremeyeceğimiz bir üslup… Lise sıralarına yazılan iki satırı, şiir diye okuyan toplumumuzda bu ne büyük acıdır(!) Allah’ın rahmeti üzerine olsun...

Yukarıdaki parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A.Şair Türk edebiyatının en büyük şairiydi.

B.Doğruluktan yana olan bir şairdi.

C.Üslubu birçok şairden farklıdır.

D.Toplumumuzda şairin değeri bilinmemiştir.

E.Kendi alanında önde gelen bir şairdir.


6. Türkçenin şu andaki en önemli sorunu, dildeki yabancı öğelerin artmasıdır. Her dilde yabancı kökenli söz vardır. Hiçbir dil saf değildir. Türkçe de pek çok dile söz vermiş, pek çok dilden söz almıştır. Türkçenin verdiği sözler de vardır. Bunlardan en ilgi çekici olanı son zamanlarda dilimize giren kiosk’tur. Bu söz Türkçeden İngilizceye geçen köşk sözüdür. İngilizcede kiosk biçimine dönüşmüş ve bizim sözümüz bu defa farklı bir anlamda karşımıza çıkmıştır. Dildeki yabancı sözlerin bir ölçüsü olma-lıdır. Bu ölçü dilin kimliğini bozacak derecede olmamalı- dır.Dil gerek duyduğu sözleri,karşılık bulunmaması durumunda yabancı dillerden aynen veya ses değişikliğine uğratarak alır.

Yukarıdaki paragraftan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A.Türkçeden yabancı dillere sözcükler verilmiştir.

B.Dilimize giren sözcükler dilimizin yapısını bozacak derecede olmamalıdır.

C.Yabancı dillere geçen sözcükler değişime uğrayarak tekrar karşımıza çıkmıştır.

D.Dilimize yabancı sözcükler girmemelidir.

E.Yabancı sözcük kullanmayan hiçbir dil yoktur.


7. Klasik sözcüğü, üzerinden çok zaman geçtiği halde değerini yitirmeyen, türünde örnek olarak gösterilen eserler için kullanılır. Klasikler, edebiyatı edebiyat yapan gerçek değerlerdir. Böyle önemli eserlerin sahnelenmeleri çok dikkatli bir çalışma gerektirir. Eserin özüne, ruhuna, geçtiği çağa, metinde yaratılan atmosfere ve dil yapısına sadık kalmak esastır. Klâsikler çinko, kalay, bakır değildir, onlar altındır,24 ayar altın. Altına altın muamelesi yapmak ve meseleye bir sarraf hassasiyetiyle yaklaşmak gerekir.

Yukarıdaki paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir.


A.Klasik eserler kalıcı eserlerdir.

B.Klasikler edebiyatın temel taşlarıdır.

C.Klasik eserler sahneleneceği zaman eserin genel

yapısının bozulmamasına dikkat edilmelidir.

D.Günümüzdeki klasikler gelecekte de varlığını

sürdüreceklerdir.

E.Klasikler değerlendirmeye alınırken çok hassas

davranılmalıdır.


8. Dil değişimine inananlar, ona yürekten katılanlar; evimizde oturup düzgün uyaklı, Nedim ağzından gazeller yazarak kendimizi ve iki üç bağımlıyı eğlendirmek hevesinde değiliz. Bizim bütün düşüncemiz, derisi katılaşmış eline sapanını tutan,çatlak topuklu,çorapsız ayağıyla Türk topraklarının göbeğine basan yurttaşlarımızın söylediğini anlamak, istediğini yapmak, yapmasını istediğimizi ona kolayca anlatmaktır.



Böyle söyleyen bir yazar için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

A) Nedim ağzından gazeller yazmak istemektedir.

B) Halkın kendisini kolayca anlamasını istemektedir.

C)Dilin değişiminin halkı zor durumda bıraktığını düşünmektedir.

D.Halkın üst tabakasına seslenmeyi yeğlemektedir.

E.Dilin değişmemesi taraftarıdır.


9. Kadınların gerçek yüzünü saklayıp makyaj yapmalarını modern toplumun, çağdaş insanın kadın üzerindeki baskısı olarak görüyorum. Bu baskı altında kadınlar hep kendini saklamak, kendini insanlara beğendirmek zorunda kalmıştır. Kadınların bu baskıdan kurtulması, ancak toplumun kadına bakış açısının değişmesiyle mümkün olacaktır.

Yukarıdaki paragraftan aşağıdakilerden hangisi çıkarılabilir?

A) Toplumsal bir sorun olan makyaj, kadınları toplumda

küçük düşürmektedir.

B) Kadınlar, makyaj yaptıklarında kendilerini daha

güzel hisseder.

C) Makyaj yapımıyla toplumsal anlayış arasında bir bağ

vardır.

D) Eski çağlardan bu yana toplum, kadınlar her zaman

ön planda olmuştur.

E) Kadın gerçekten güzelse onun makyaj yapmasına

gerek yoktur.


10. Batılılaşmak Osmanlı’dan miras kalan ve Türkiye’nin de bir türlü dindiremediği iki yüzyıllık bir sancı. İçinde bulunduğumuz günler, bu sancıyı azaltmak için en somut adımların atıldığı bir tarihsel dilime rastlıyor. Avrupa Birliği’ne katılmak amacıyla peş peşe uyum yasaları çıkarıldı, yıllardır yaşadığımız antidemokratik uygulamaları kınayanlar Avrupa Birliği taraftarlarının katılımıyla artıyor, Türkiye’de Avrupa Birliği’nin getireceği ekonomik artılar ve eksiler tartışılıyor. 3 Ekim’den sonra müzakerelerin başlamasıyla ve tam üyelik vizesinin alınmasıyla her şey su yüzüne çıkacaktır.

Yukarıdaki parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A) Batılılaşma yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir.

B) Günümüzde Avrupa Birliği için bazı adımlar atılmaktadır.

C) Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin tam üyeliğinin artıları ve eksileri tartışılmaktadır.

D) Batılılaşma süreci iki yüz yıl öncesine dayanmaktadır.

E) Avrupa Birliği taraftarları Türkiye’deki antidemokratik uygulamaları kınamaktadır.



11. Zavallı Osmanlıca! Ne kadar kolay yıkılıp gitti. Selanik’te başlayan, kökenini halkın dil bilincinde ve konuşma dilinde bulan sade lisan akımı, beslenip gelişerek, yirmi yılda Osmanlıcayı tahtından indirdi. Yüzyıllar içerisinde oluşmuş bir yazı dilinin bu kadar kolaylıkla ortadan kalkması üzerinde yeterince durulduğunu, bu olgunun yeterince incelendiğini sanmıyorum.


Yukarıdaki paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?


A) Osmanlıca kısa bir süre içerisinde ortadan kalkmıştır.

B) Sade dil akımı konuşma diline yakındır.

C) Osmanlıca çok geniş bir coğrafyada kullanılmıştır.

D) Osmanlıcanın oluşumu kısa bir zaman almıştır.

E) Osmanlıcanın yıkılması üzerinde fazla durulmamıştır.



12. Az gelişmiş milletlerin geri kalma sebepleri incelendiğinde, insanlarının milli ve çağdaş ihtiyaçlara göre eğitilmemiş olduğu görülür. Gelişmiş milletlerin gücü ekonomi, endüstri ve ticaretteki başarılarından çok eğitilmiş, vasıflı iş gücünden ileri gelir. Çünkü maddi güçler bir gün kaybedilebilir. Onun için bir ulusun yaptığı en iyi yatırım eğitime yaptığı yatırımdır.

Böyle düşünen bir yazara göre bir milletin gelişmesi aşağıdakilerden hangisine bağlıdır?

A) Gelişmiş milletlerle iyi ilişkiler kurulmasına

B) Ticarette yeni atılımlar yapılmasına

C) Ekonomik alanda reformlara

D) Eğitim seviyesinin yükseltilmesine

E) Sanayileşme hızının arttırılmasına



13. Türk cumhuriyetlerinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeni bir süreç başlamıştır. Beş Türk cumhuriyeti bağımsız olmuş, diğerleri de daha serbest hareket edebilme imkânlarına kavuşmuştur. Nitekim bunun etkisi de kısa zamanda görülmeye başlanmıştır. 1991’de Azerbaycan, 1993’te Türkmenistan ve Özbekistan, 1994’te de Karakalpakistan Lâtin alfabesine geçme kararı almıştır. Bu ülkelerde yeni alfabeye geçiş kademeli olarak uygulamaya konmuştur. Diğer yandan Kırım Türkleri ile Gagavuzlar da Lâtin alfabesine geçerek bazı süreli yayınlarını yeni alfabeyle basmaya başlamışlardır.

Yukarıdaki paragrafta aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A) Bazı Türk cumhuriyetleri serbest hareket etme imkânına kavuşmuştur.

B) Latin alfabesine geçiş bu devletlerin daha kolay edebi ürünler ortaya koymasını sağlamıştır.

C) Bazı ülkelerde yeni alfabeye geçiş aşamalı olarak uygulamaya konmuştur.

D) Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bazı Türk cumhuriyetleri bağımsız olmuştur.

E) Sovyetler Birliğinin dağılması Türklerin yeni alfabeye geçişi için bir fırsat olmuştur.



14. Gelenekler, bireysel yaratıcılık, grup farklılaşması ya da değişen koşullara uyarlanma zorunluluğundan ileri gelen değişme dinamiği ile çatışır. Bu durum nesil farklılaşmasına neden olur. Ama aynı zamanda da değişimle uzlaşır. Çünkü gelenekler değişmeyi, gecikmeli de olsa, giderek özümler. Bugünün değişimleri, yarının gelenekleri olur.

Yukarıdaki paragrafta “gelenek” ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?

A) Geleneklerin değişimle çatışması nesiller arası kopukluğa neden olabilir.

B) Gelenekler de zamanla değişebilir.

C) Değişimin başlıca nedenleri yaratıcılık ve farklılaşmadır.

D) Gelenekle değişim bazı noktalarda zıt düşebilir.

E) Gelenekler değişen koşullara çabuk uyum sağlar.




15. Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiği gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Aksi halde dilimiz yabancı dillerin baskısı altında kalarak benliğini yitirir. Benliğini yitirmiş bir dilin milleti de yok olmaya mahkumdur. Bu konuda aydınlara ve özellikle dil araştırmacılarına büyük görevler düşmektedir.

Böyle düşünen bir yazar aşağıdakilerden hangisini söylemiş olamaz?

A)Teknoloji ve dil ilişkisi göz ardı edilemez.

B) Yapılan yeni türetmeler dilimizi zenginleştir

C) Teknolojinin yeni ürünlerine Türkçe karşılıkların bulunması Türkçenin bilim dili olmasını sağlar.

D) Bilim dili olan Türkçenin yeni kelimeler türetmesine gerek yoktur.

E) Teknolojiye paralel olarak yeni kelimeler türetmek dilimizi yabancı dillerin baskısından kurtaracaktır.


Cevap anahtarı
1.E 2.E 3.D 4.C 5.A 6.D 7.D 8.B 9.C 10.C 11.D 12.D 13.B 14.E 15.D

15. Yüzyıl Divan Edebiyatının özellikleri

Divan edabiyat 15.yy
Adlî (II. Bayezid)
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: Dünyaya 1447 yılında Dimetoka’da gelen II. Bayezid, 1481'de Fatih'in ölümü üzerine Osmanlı tahtına XIII. padişah olarak geçmiştir. Rakibi olan şehzade Cem'in saltanat arzusuna, yeniçerilerin kendisine taraftar olmaları ve vali bulunduğu Amasya'dan merkeze Cem'den önce varışı ile set çekti. Bu rekabet bilinen gelişmelerle 1495'e kadar devam etti. 10 Haziran 1512 tarihinde Çorlu’da vefat etmiştir.

Kendisi de âlim ve şair olan II. Bayezid kendi devrini âlimler, şairler devri haline getirmiş, bir kısım isim ve işleri ile Künhü'l-Ahbar'da kaydedilmiş olan yüzlerce kabiliyeti şöhret haline getirmiştir, birçok yönden babası Fatih'i aratmamıştır.

II. Bayezid, şiirlerinde mütevekkil ve şükredicidir, bazen de bir hak ve adalet arayıcısıdır.

Adlî, Ahmed Paşa’yı üstad tanıyarak gazel söylemiş, Necatî'den aldığı ilham ve feyzi de ilk tesirle birleştirerek devrinde vasat kudret ve kabiliyette bir şair olmuştur.



Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Ey kemân-ebrû n'ola kurbân idersen cân sana
Şiir: Ey kemân-ebrû n'ola kurbân idersen cân sana
Bin benüm gibi ider her lahza cân kurban sana

Mihrüni canda ezelden saklar idüm sanma kim
Dâr-ı dünyâda görüp hayran olupdur cân sana

Dilde gamzen zahmına merhem didüm dilber didi
Tîr-i müjgânum yeter her lahzada derman sana

Pertev-i hüsnün meğer eflâka düşmiş ay u gün
Gice gündüz rezm urup olmuş durur hayran sana

Hûbluk sende tamâm oldugına hacet budur
Kâtib-i kudret ki yazmış ol hat-ı reyhan sana

Hûn-ı dil yaşunla 'Adlî gerçi seyl oldı dirîg
Kanlu yaşun göricek rahm eylemez cânân sana



Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün


Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Tut dilüni eyleme la'l-i leb-i cânânı medh
Şiir: Tut dilüni eyleme la'l-i leb-i cânânı medh
Bendeye lâyık degüldür eylemek sultânı medh

Mihr-i 'âlem-tâbı medh itmek düşer mi zerreye
Kevkebe lâyık mıdur itmek meh-i tâbânı medh

Cânuma lezzet irişdügin hadeng-i yârdan
Yâremün ağzına dil olmış ider peykânı medh

Oklarunı medh ider cismümde olan her kılum
Her çemen dildür sanasın kim ider bârânı medh

Medh-i 'âlemden çü müstağni olupdur âfitâb
'Adliyâ nice idersin ol gözi fettanı medh



Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün



Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Gönlümi dîvâne kılan zülf-i pür sevdâsıdur
Şiir: Gönlümi dîvâne kılan zülf-i pür sevdâsıdur
Cânumı pervâne iden şem'-i bezm-ârâsıdur

Kabrüm üzre serv dikün şem' yakun dostlar
Çün beni hâk eyleyen şevk-ı ruh u bâlâsıdur

Gül yüziyle zevk u şâdînün birin on eyleyen
Gülsitân-ı hüsn içinde kâmet-i ra'nâsıdur

Ziynet olmaz gülsitân içinde gül açılmasa
Rûyına revnak viren yârun ruh-ı zîbâsıdur

Taze 'âşık taze dîvâne mesel meşhûrdur
Gitdi Ferhâd ile Mecnûn 'aşkınun gavgâsıdur

'Adliyâ hükmün anunçün nâfiz oldı 'âleme
Yazılan 'unvânda yârun kaşı tugrâsıdur



Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün




Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Kaşlaruna bir kadîmi bendedür benzer hilâl
Şiir: Kaşlaruna bir kadîmi bendedür benzer hilâl
Kim dütâ itmiş durur kaddin mürûr-ı mâh u sâl

Ne ta'alluk leblerim yâkût hattın kılsa nush
Bu muhakkakdur ki reyhan oldı hattundan misâl

Bir zavallu âfitâb u mâh ise bir kec-dehen
Nice kılsunlar senünle da'va-yı hüsn ü cemâl

Kaşlaruna nisbet itdümse hilâli ey kamer
Eyledüm bârik fikr vü bagladum nâzik hayâl

'Adliyâ ahvâlüne vâkıf degül sanma nigâr
Her gazel kim yazdum oldı yâra benden 'arz-ı hâl



Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün


Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Senin zencîr-i zülfünden dil-i dîvane bend ister
Şiir: Senin zencîr-i zülfünden dil-i dîvane bend ister
Usandı hicr ile cândan asılmağa kemend ister

Mey-i la’lin içip vâiz harâb-ı çeşm-i yâr olduk
Ana de va’z ü tefsîri ki senden nush u pend ister

Lebin dârü’ş-şifâsından umar dil derdine dermân
Tabîb-i hasta dillersin devâsın derdmend ister

Gönül günc-i kanâatte otur giy hırka-i hüznü
Çün ol şeh kulların dâim fakîr ü müstemend ister

Hayâl-i sîm ü zer etmen ana benzer senin Adlî
Gedâ hâk üzre yatarken gümüşten tahtabend ister



Açıklama: Vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün



Adnî
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: Mahmud Paşa'nın ailesi ile doğum yeri ve yılı hakkında çağdaşı Türk tarihçilerinin eserlerinde bilgi yoktur. Sonraki yüzyıllara ait tezkirelerden Künhü'l-Ahbâr ile Hadîkatü'l-Mülûk ve'l-Vüzerâ adlı eserlerde Hırvat asıllı olduğu belirtilmektedir. Beyânî Tezkiresi, Künhü'l-Ahbâr, Meşâirü'ş-Şuarâ ile Tezkiretü'ş-Şuarâ da Alacahisarlı olduğu kanısındaysa da Mahmud Paşa'nın biyografisini yazan Ş. Tekindağ, bu kayıtların doğruluğunu şüpheyle karşılamakta ve Babinger'in verdiği bilgilere dayanarak babasının Sırp despotu Angelos ailesinin Teselya kolundan gelmiş olması ihtimalini kuvvetli görmektedir.

Yerli kaynaklardan yalnızca Heşt Bihişt adlı eserde babasının adının Abdullah olduğu yazılan şâirimizin soyuyla ve sonraki hayatıyla ilgili bir başka husus, bazı tezkirelerde ve menakıpnâmelerde Mahmud Paşa ile Kassabzâde Mahmud Bey'in karıştırılmasıdır. Bu konuda Halil İnalcık, Sadrazam Mahmud Paşa ile Bursa subaşısı Kassabzâde Cübbe Ali Bey'in oğlu Mahmud Bey'in farklı şahıslar olduğunu belirtmektedir. Âmil Çelebioğlu ise, Yazıcıoğlu Mehmed'in dostlarından bahsederken müellif hattı Muhammediye'deki
Veziri var idi bir nür-ı Vehhâb
Adı Mahmud Paşa 'di İbn-i kassâb (8864)
beytinden hareketle "Fatih Sultan Mehmed'in vezîr-i azamı Mahmud Paşa Kasaboğlu Mahmud'dan başkası değildir" demektedir.

Tezkirelere göre savaş esiri olarak veya intisap yoluyla Mehmed Ağa'nın himayesine giren Mahmud Paşa'nın bundan sonraki hayatına ait bilgiler daha nettir.

Mehmed Ağa'nın himayesiyle Edirne sarayında öğrenim gördükten sonra II. Mehmed'in tahta çıkışıyla birlikte ocak ağalığı rütbesi verilir (1451) ve İstanbul kuşatmasında görev alır. Fatih'le birlikte birçok savaşa katılan Mahmud Paşa, Belgrad seferindeki başarıları üzerine 1454'te vezir ve Rumeli beylerbeyi olur. 1458'de Sırbistan işini halletmesi için görevlendirilir ve bazı kaleleri alarak bölgedeki Osmanlı hakimiyetini güçlendirir. 1460'ta Fatih'le birlikte gittiği ikinci Mora seferinde Mistra (İsparta) kalesini, ikna yoluyla ele geçirir.

1461 yılında yine Fatih'le birlikte Amasra, Sinop ve Trabzon seferine çıkar. Bu seferde Mahmud Paşa Amasra'yı 150 gemilik bir filoyla kuşatırken Fatih de karadan gelir ve şehir alınır. Sinop'un alınması harekâtını sevk ve idare edip Rumeli ordusu kumandanı sıfatıyla Trabzon'a gelir ve hem halkı hem de imparatoru ikna ederek şehri kan dökmeden alır. 1462'de katıldığı Eflak savaşında üstün basanlar gösterir. Aynı yıl Midilli adasını almakla görevlendirilir ve bunu da başarır.

1463 yılında Fatih'in Sırbistan seferine katılır ve isyan eden Venediklileri hezimete uğratır. 1464 kışında Fatih'in Jajcza'yı kuşattığı sırada hücuma geçen Macarlara karşı görevlendirilir ve onları geri dönmeye mecbur bırakır. Ertesi yıl Fatih'le birlikte Arnavutluk harekâtına katılır.

1468 yılında Fatih'le birlikte çıktığı Karaman seferinde Pir Ahmed'i yakalayamayışı ve görevlendirildiği tehcir işinde yanlı davranıp rüşvet aldığı iddiaları üzerine vezirlikten ve beylerbeyilikten azledilir.

Bir süre sonra donanma komutanı olur (1469/70) ve kendisine Gelibolu sancağı verilip donanmanın ıslahıyla görevlendirilir. 1470'teki Eğriboz'un fethinde yine Fatih'le birliktedir. Bu zaferden sonra yeniden sadrazamlığa yükseltilen Mahmud Paşa ile Fatih'in arası, Uzun Hasan'a karşı hazırlanan ordunun komutanlığını kabul etmeyişi üzerine biraz açılır.

11 Nisan 1473'te Fatih'le birlikte Sivas'a gelen Mahmud Paşa Şebinkarahisar'ın alınmasını önermiş; bu önerisi kabul görmediği gibi, Otlukbeli Savaşı'nda ikinci derecede bir göreve getirilmiştir. Bu arada bir dizi savaşta gösterdiği başarıya rağmen gözden düşürülen Paşa, ikinci kez azledilmiştir.

Bir süre Hasköy'deki "hâs"ında inzivaya çekilen Mahmud Paşa, daha sonra Fatih'in huzuruna çıkarsa da yüz bulamaz. Şehzade Mustafa'yı ölümüne sevindiği, bir rivayette ise bu işte parmağının olduğu bahanesiyle Yedikule'ye hapsedilir ve türbesindeki kitabeye göre 1473'te, kaynaklara göre ise 3 Temmuz (~3 Ağustos) 1474'te -Fatih'in itiraf ettiği hatasıyla- orada öldürülür. Türbesi, kendi yaptırdığı camiin haziresindedir.




Kişiliği

Çocukluğundan itibaren Enderun'da saray terbiyesi ve eğitimiyle yetişmiştir. Bütün tezkireler ile diğer kaynaklar, "tertîb üzere" öğrenim gördüğünden bahsetmekte, feraset ve akıllılıkta Osmanlı Devletinin yetiştirdiği ender vezirlerden saymaktadır. İlmî yeteneği ve zekâsının kıvraklığı, Meşâirü'ş-Şuarâ’da "problemler diğer insanların zihnine gelmeden onun kalbine doğarmış" sözleriyle ifade edilmektedir.

Fatih'in Hurufîliğe duyduğu ilgiyi kesmek için Mahmud Paşa'nın Edirne müftüsü ve müderrisi Fahreddin Acemî'nin de yardımıyla Hurufîleri ortadan kaldırması, onun zekâ ve ferasetinin örneklerinden yalnızca bir tanesidir. Devlet yetkilileri, âlimler ve halk tarafından sevinç ve takdirle karşılanan bu hadise, onun "devlet-i ebed-müddet" ülküsüne ne denli bağlı olduğunu ve bu uğurda nelerin yapılması gerektiğini göstermesi bakımından kayda değer.

Mahmud Paşa'nın kişiliği, adıyla özdeşleşen şu dört niteliğiyle öne çıkmaktadır: Fatih Sultan Mehmed'le beraberliği, yaptırdığı eğitim ve sosyal hizmet tesisleri, hayırseverliği, ilmî ve edebî yönü.

Mahmud Paşa, 1451'de ocak ağalığı görevine getirilişinden -Âlî'ye göre daha da öncesinden- ölümüne kadar Fatih Sultan Mehmed'in güvendiği, sevdiği ve saygı duyduğu bir şahıs olarak tarihteki yerini almıştır. Eğitim işlerinden sosyal hizmet çalışmalarına, ülkenin güvenlik işlerinden yapılan savaşlara ve "divan" kararlarından edebî toplantılara kadar, Fatih'le birlikte Mahmud Paşa'nın mührü de görülmektedir. Bu yakınlığı Gelibolulu M. Âlî, "Horasan padişahı (Hüseyn-i Baykara) ile Mîr Ali Şîr Nevâyî ve Fatih ile Mahmud Paşa arasındaki şanlı ve benzersiz beraberlik, devlet işlerinden öte, zamanına göre, yıldızların sürekli ve mutlu beraberliğine denktir" şeklinde ifade etmektedir.

Bu şanlı beraberliğin, ara sıra, entrikalar yüzünden gölgelendiği de olmuştur. Saraydaki iktidar çekişmelerinden hemen herkesin payını aldığı, yerini sağlamlaştırmak veya rakip gördüğü kimseyi uzaklaştırmak isteyenlerin hileye ve asılsız suçlamaya başvurduğu sıkça görülmektedir. Şâirimizin de bir kez böylesi bir davranışı, hileye başvurduğu, kayıtlarda bulunmaktadır.

Kaynaklara göre, Mahmud Paşa'nın öldürülmesine, kimi yazarlara göre ise şehit edilmesine, belgelendirilememiş bir suçlamayla karar verilmiştir. Mahmud Paşa Menâkıbnâmesi ndeki Fatih'in kararından vazgeçtiği, emrin zindana ulaşmasından biraz önce infazın gerçekleştiği, cenazeyi ziyarete gelen Fatih'in çok ağlayıp: "Mahmud, sana ki bu işi etdüm, âhiret pâdişâhı eyledüm, tâ ki senün mertebelerine biz de varayıduk", dediler kaydı, efsaneleşmiş beraberliğin, tarihî kaynaklar yanı sıra halk nazarındaki tezahürünün belgesidir.

İstanbul'un Fethinden hemen sonra başlatılan eğitim çalışmalarında görev alan Mahmud Paşa, Ali Kuşçu ile birlikte Tetimme ve Sahn-ı Seman medreseleri teşkilâtının kurucusudur. Kendi adına da İstanbul, Hasköy ve Sofya'da medrese yaptırmıştır. Âşık Çelebi, Harameyn-i Şerîfeyn (Mekke ve Medine)'de dört mezhep üzere eğitim veren medreseler yaptırdığını kaydetmektedir. Süheyl Ünver, Mahmud Paşa'nın 1464 yılında yaptırdığı cami, aş evi, sığınma evi, medrese ve hamam külliyesi içinde kurduğu kütüphaneye vakfettiği eseflerden iki yüz kadarını bulduğunu belirtmekte ve özel kütüphanesinin temellük kitabesi ile kitaplarındaki vakıf mührünün resimlerini vermektedir.

Mahmud Paşa'nın şöhretini ebedîleştiren hizmetlerinden biri, günümüzde adını yaşatmakta olan vakıflarıdır. Yaptırdığı sosyal hizmet ve hayır tesislerinin masraflarını karşılamak üzere çarşılar ve köyler vakfeden Mahmud Paşa'nın hayratından bazıları şunlardır: İstanbul'da okul, cami, hamam, mahkeme, çeşme, han ve 265 dükkândan oluşan iki çarşı; Ankara'da bedesten (kapalı çarşı) mescit ve han; Bursa'da kervansaray ve mescit; Edirne'de cami ve hamam; Hasköy'de medrese ve hamam; Sofya'da medrese, mescit, sebil ve han.

Tezkireler, Mahmud Paşa'nın yoksullara yardım ettiğinden ve cömertliğinin son derece fazla olduğundan uzun uzun bahseder. Bunların arasında, Mahmud Paşa'nın taşradan gelen medrese öğrencilerine aynî yardımdan başka beş yüzer akçe bağışladığı ve cuma akşamları verdiği yemeğin içine nohut büyüklüğünde altın ve gümüş daneleri koydurduğu rivayeti dikkat çekmektedir. Latifî Tezkiresi'nde, "hayr-endîş" (iyilik düşünen) olması sebebiyle Fatih'in, halka ait işleri ona teslim ettiği belirtilmektedir.

Mahmud Paşa'nın iyiliksever yönü, tarih kaynaklarında belgeleriyle sabittir. O, yalnızca kendi halkına değil, Müslüman olsun olmasın, savaştığı düşmanlarına bile insanî duygularla yaklaşma erdemini gösterebilen ender şahsiyetlerdendir. Onun, yukarıda değinildiği üzere, bazı kaleleri ve şehirleri ikna yoluyla, kan dökmeden teslim aldığı ve Karaman'dan İstanbul'a tehcir sırasında zor durumda olanlara dokunmadığı için iftiraya uğrayıp vezirlikten azledildiği bilinmektedir.

Mahmud Paşa'nın belirgin vasıflarından olan engin insan sevgisini, biraz da, devlet adamlığı görevinin önüne geçen şâir gönlünde aramak gerekir.

Bütün bunlar, halkın onu "velî" olarak görmesine, onun hayat hikâyesinin efsaneleşip dilden dile ve kuşaktan kuşağa anlatılmasına, sonuçta, onun adına "menâkıb-nâme" yazılmasına yol açmıştır.

Fatih Sultan Mehmed'in çevresinde toplanan âlimler ve edipler arasında yer alan Mahmud Paşa, ilmî ve edebî şahsiyetleri himaye ve teşvik edip onlarla bir araya gelerek kendisi de ayrıca bir mahfil kurmuştur. Alâeddin Ali, Enverî, Halimî, Hayatî, Karamanlı Mehmed Paşa, Safi mahlâslı Kasım Paşa, Sarıca Kemâl, Şükrullah ve Tursun Bey gibi şahsiyetlerle bir mahfil oluşturan Mahmud Paşa; "Adnî" mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirlerle Farsça inşâlar yazarken, çevresindekileri de eser ortaya koymaları için teşvik etmektedir. Bu ilmî ve edebî çevre tarafından Bahru'l-Garâyib, Behcetü't-Tevârih, Düstur-nâme-yi Enverî, Tarih-iEbü'l-Feth, Tuhfetü'l-Mahmûdiyye fî-Nasîbati'l-Vüzerâ... gibi pek çok eser ortaya konmuştur.

Adnî'nin edebî yönü hakkında tezkirelerde bilinen ve kalıplaşmış övücü sözler bulunmakta, düz yazılarının şiirlerinden daha olgun ve ustaca olduğu ifade edilmektedir.

Yaşadığı dönemin şiir diline göre oldukça sade yazan Adnî'nin başka şâirleri etkilediğinden söz etmek henüz erken. Ancak, onun şiirlerine nazire yazan şâirlerin çıkabileceğini de düşünmek gerekir. İşte bunlardan biri, çağının ve Türk edebiyatının güçlü şâiri Bakî'dir.

Konuyla ilgili olarak ilginç tespitlerde bulunan Gibb'in görüşlerini dikkatlere sunuyoruz. Gibb, Necatî'ye gelinceye kadarki Osmanlı şiirinin belirgin özelliklerini basitlik derecesinde garip terkipler ile fîkirlerdeki sıradanlık ve örtülü bir yapmacıklığa rağmen saf ve dokunaklı bir tarz olarak değerlendirdikten sonra Adnî'nin şiirleri için şöyle demektedir: "Fakat Adnî'nin şiirleri daha orijinaldir ve en azından Adlî'ninkinden daha çok bir şahsîliği vardır. Yer yer bir vukufun eseri olan parıltılar yanıp sönmekte, şahsîliğin, şâirin sanatkârlık endişesiyle bütün bütün kaybolmadığı görülebilmektedir."



Yücel, Bilal, “Mahmud Paşa Adnî Divanı”, Akçağ Basımaevi, Ankara.

Şiirleri


Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Cân cemâlün şem’inün pervânesidür dostum
Şiir: Cân cemâlün şem’inün pervânesidür dostum
Dil müselsel zülfünün dîvânesidür dostum

Al emânet gönlümi cevrünle vîrân eyleme
Kim senün hayl-i hayâlün hânesidür dostum

Cân u dil derd ü gamunla âşinâ olalıdan
İki ‘âlem anlarun bîgânesidür dostum

Yoluna cân u cihân virdüğüme budur sebeb
Bana cevr itdügünün şükrânesidür dostum

Kasr-ı cennet bigi ma’mûr olısardur dâyimâ
Ol gönül kim ‘aşkunun vîrânesidür dostum

Kanuma gamzen susamışdı lebünden soraram
Kim kaçan ol teşne kana kanasıdur dostum

Ger terahhum eylemezsen ‘Adnî yüzün şem’ine
‘Âkıbet pervâne bigi yanasıdur dostum



Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün


Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Şâd olmak isteyen gam ile mübtelâ gerek
Şiir: Şâd olmak isteyen gam ile mübtelâ gerek
‘Âlemde saltanat taleb iden gedâ gerek

 itdügümce cûşa gelür gözlerüm yaşı
Deryâ temevvüc itmege lâ-büd hevâ gerek

Dil milkine hayâlün ider hükm geh gamun
Bu bir harâbeye ne iki pâdişâ gerek

Zühd ü salâhı câm-ı meye satduğum budur
Kim rind olanlarun ‘ameli bî-riyâ gerek

Kanlu çıkardı yaşumı yolum basar deyü
Evvel bu işi işlemege dest ü pâ gerek

İzün tozına ‘Adnî yüzin niçe sürmesün
Kanlu gözine sıhhat içün tûtiyâ gerek



Açıklama: vezni: mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün


Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Yârun ayağı tozuna kıymet cihân gerek
Şiir: Yârun ayağı tozuna kıymet cihân gerek
Belki cihân ne nesne ola baş u cân gerek

Bir yârı kılmışam iki ‘âlemde ihtiyâr
Evvel kişiye cân gerek andan cihân gerek

Vurdukça dil eşiğine cân pîş-keş kılur
Yârı evine varsa kişi armağan gerek

Kanlu yaşum yiterdi yine sevgisiyiçün
Da’vîye ma’nî vü dahı ‘aşka nişân gerek

La’lini dişledükçe gözi kanumı döker
Elbette hükm-i şer’ budur kana kan gerek

Yüzüne karşu göz yaşın akıtduğum bu kim
Gülzârı tâze dutmağa âb-ı revân gerek

Cûşıla ağladuğını ‘ayb itme ‘Adnî’nün
‘Âşık olanlarun gözi deryâ-feşân gerek



Açıklama: vezni: mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün



Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Bana bir ‘ilm keşf oldı senün hüsnün kitâbında
Şiir: Bana bir ‘ilm keşf oldı senün hüsnün kitâbında
Ki yüz bin ‘akl ‘âcizdür anun bir fasl-ı bâbında

Eger nâr-ı hevân içre revân cânı kılam teslîm
Ruhun mihriyile güller biter sinüm türâbında

Bana dünyâ vü ‘ukbâda yiterdi ‘izzet ü hürmet
Eger itiyile yârun olaydum yâr bâbında

N’ola gizlense gün yüzün müselsel zülfün altında
Ki rûşendür nihân olur kamer gice nikâbında

‘Aceb mi vasluna irmek hayâlin itdise ‘Adnî
Ki slutânlığa irişür gedâ yalancı hâbında



Açıklama: vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün



Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Cânı n’eylerdi dil-i bî-çâre cânân olmasa
Şiir: Cânı n’eylerdi dil-i bî-çâre cânân olmasa
Bülbüle ‘âlem kafesdür ger gülistân olmasa

Öldürem didügine âhır peşîmân oldı âh
N’olayıdı hûblar bî-‘ahd u peymân olmasa

Leblerünçün çeşm ü dilde mâcerâ var korkaram
Ol iki hûn-rîzün arasında bir kan olmasa

Gözlerüme tûtiyâ-yı hâk-i pâyun bes durur
Ey tabîb-i câm ne gam kühl-i Sifâhân olmasa

Hüsnünün gencînesin yagmâ kılurdı hûblar
Ejdehâ-yı turre-yi zülfün nigehbân olmasa

‘Aşk-ı cânân ile dil ol denlü ülfet dutdı kim
Kâşkî cümle cihân derd olsa dermân olmasa

Ol kadar oldı gam-ı hicrünle ‘Adnî nizâr
Kim anı bilmezdi kimse âh u figân olmasa



Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün


Ahmed Paşa
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: XV. yüzyılın en usta divan şairi sayılan Ahmet Paşa, II. Murat devrinin büyüklerinden Kazasker Veliyüddin bin İlyas’ın oğludur. Ahmet Paşa’nın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Fuad Köprülü, İslâm Ansiklopedisi’nin Ahmet Paşa maddesinde “Edirne’de yaptırılan cami ve imaret vakfiyesinin Veliyüddin tarafından tanzim edildiği ve şairimizin memuriyet hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) biraz evvel ya da biraz sonra doğduğu” fikrini ileri sürmüştür.

Latîfî, tezkiresinde ve Gelibolulu Âlî de Künhü’l-ahbâr adlı eserinde Ahmet Paşa’nın Bursa’da doğduğunu yazmışlarsa da bu bilgi yanlıştır. Daha eski kaynaklardan biri olan Sehî Tezkiresi ile Güldeste sahibi Beliğ, onun Edirne’de doğduğunu söylerler. Âşık Çelebi de tezkiresinde Ahmet Paşa’nın vârisi olan amcasının oğlu Edirneli Nâzır Çelebi ile görüştüğünü, ondan bilgi aldığını ve şairin Edirneli olduğunu yazar. Ayrıca son zamanlara kadar Edirne’de Veliyüddin oğlu adını taşıyan bir mahalle ve mescidin olması, şairin bu şehirde doğduğunu gösteren kuvvetli delillerdir. Latîfî ile Âlî’nin onu Bursalı göstermelerinin nedeni, şairin ömrünün çoğunu Bursa’da geçirmesi ve orada ölmesi olmalıdır.

Ahmet Paşa, II. Murat zamanında Edirne’de okumuştur. Devrin geçerli bilgileri yanında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. Öğrenimini bitirdikten sonra önce Bursa’da Sultan Murad Medresesi’nde (Muradiye Medresesi) müderrislik yaptıktan sonra 855/1451’de Edirne’ye kadı tayin edilmiştir. Fatih’in tahta geçmesinden sonra kazasker olan Ahmet Paşa bir süre sonra Fatih’in musahibi oldu ve vezirliğe yükseldi.

Padişaha ve Osmanlı devletine sadık olan, padişahtan çok fazla iltifat gören Ahmet Paşa bunca meziyetinin ve buna mukabil kendisine gösterilen teveccühünün başkaları tarafından kıskanıldığına şüphe yoktur. Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkireleri ile diğer başka kaynakların ifadesine göre günün birinde Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için gazaba gelen Fatih kendisini vazifeden azleder ve hapsettirir. Âşık Çelebi ise Ahmet Paşa’nın birkaç fesatçının iftirasına uğradığını bildirir. Şair burada
Ey muhît-i keremün katresi ummân-ı kerem
Bâğ-ı cûd ebr-i kefünden tolu bârân-ı kerem
Beytiyle başlayan ve Kerem kasidesi unvanıyla tanınan 35 beyitlik meşhur kasidesini padişaha yollar ve affedilmesini rica eder. Bunun üzerine ölümden kurtulduğu tahmin edilen Ahmet Paşa, yevmiye otuz akçe vazife ile Bursa’ya tayin edildi. Orada Orhan, Muradiye ve Emir Sultan vakıflarının işlerini yürütmekle görevlendirildi. Bundan sonra bir daha İstanbul’a dönememiştir. Büyük edebiyat tarihçilerimizden Ali Nihad Tarlan, Kerem kasidesinin yazılışını başka bir sebebe bağlamakta ve yukarıdaki gibi bir hadisenin vukuuna ihtimal vermemektedir.

Ancak şair Bursa’da vazifelerden memnun kalmayıp Bursa’ya gelen Fatih’e durumunu arz ederek buradan affını isteyince Sultanönü (Eskişehir) sancağına, daha sonra da Tire ve Ankara sancak beyliğine tayin edilmiştir. Bu vazifelerin hiçbirinden memnun kalmayan şair, tekrar padişaha yolladığı bir şiiriyle Ankara’dan ayrılma ricasında bulunur. Bu ricası büyük bir ihtimalle Fatih’in ölümü nedeniyle yerine getirilememiştir.

Fatih’in 1481’de ölümü üzerine tahta geçen II. Bayezid’in zamanında tekrar eski itibarını kazandı. Ankara’dan ayrılma isteği II. Bayezid tarafından yerine getirilen şair Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olundu ve ölünceye kadar orada kaldı.

Bursa’da idarî işler yanında edebî toplantılarla hayatını sürdürmüş olan
Ahmet Paşa 902/1497’de vefat edince, Muradiye Camii yanında önceden yaptırdığı medrese civarına gömüldü. Türbe daha sonra inşa edilmiştir.


Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Şiir: Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın
Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların
Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın
Bahâr-ı hüsn ü behada belalı bülbülünün
Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın
Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım
Gel ey peri nicesin hoş musun safâca mısın
Sefer kılıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin
Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın?



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Murabba
Başlık: Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Şiir: Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kara sevdaya yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile
Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ
Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ
Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ
Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ
Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk
Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk
Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül



Açıklama: Vezin: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün

Bu eser,Münir Nureddin Bey tarafından Rast makamında



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Bir dil mi kalmışdur bu tîr-i gamzeden kan olmamış
Şiir: Bir dil mi kalmışdur bu tîr-i gamzeden kan olmamış
Bir cân mı vardur ol keman ebruya kurbân olmamış

Şol ömr kim sensüz geçer ol ömr zâyi ömr imiş
Bir cân k'anun cânânı yok ol cân dahi cân olmamış

Ne fitnedür yâ Rab bu kim bir dil-berün her gamzesi
Bir demde bin cân almasa dirler bu fettan olmamış

Zülfin gidermiş ol sanem kâfirliğin komaz henûz
Zünnârıflı kesmiş velî dahi Müselmân olmamış

Şehründe lâ'lün şevkine şol denlü kan ağlamışam
Kim bir der ü divâr yok yâkuut ü mercan olmamış
..................... ....
Mecmû'-ı diller mecmaı zülfündür anı çözse bâd
Cem'iyet-i hatır m'olur andan perîşân olmamış

Gülden kohun alub seher âh itse Ahmed derd ile
Bülbül bulınmaz bağda kim bağrı biryân olmamış


Açıklama: Müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef'ilün


Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Karar u sabrum alan zülf-i bî-karârundur
Şiir: Karar u sabrum alan zülf-i bî-karârundur
Harâb iden beni şol çeşm-i pür-humârundur

Hadeng-i gamzeni peyveste ey kemân-ebrû
Ciğerde sakladuğum bu ki yâdigârundur

Cihan şikârına şeh-bâz-ı zülfüni salagör
Kebûter-i dil ü cân hod senün şikârundur

Harâret-i teb-i hicranı def’ iden dilden
Bu boynumuzdaki meftûl-i tâb-dârundur

Aceb mi bağ kenarında dursa lâle hacîl
Ki lâle-zâr-ı cemâlünde hâr ü zârundur

Nazar gedâna kıl ey pâdişâh-ı hüsn ü cemâl
Ki devleti ezelî hüsn-i i'tibârundur

Dem-i bahârun ile dü cihanı hoş-dem iden
Nesîm-i gaaliye-i zülf-i müşg-bârundur

Hilâl halkasını gûş-i asumâna takan
Kamer yüzündeki Pervîn gûş-vârundur

Çemende reng viren lâleye yanağundur
Dilinde dâğ koyan âteş-i izârundur

Sürûr-i va'de-i yâra inanma sen Ahmed
Gama inan inanursan ki eski yârundur


Açıklama: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Cân bana bâr-ı girân olurdı cânân olmasa
Şiir: Cân bana bâr-ı girân olurdı cânân olmasa
Cân olurdı derd ü gam cismümde ger cân olmasa

Ârzû-yi halka-i Beyt-ül-harâm olsun harâm
Ger hayâl-i halka-i zülf-i perîşân olmasa

Cennet-i kûyında kalurdum ger olmasa rakîb
Ravzadan Âdem kaçan çıkardı şeytân olmasa

Derd-i cânân ile dil şol denlü ülfet tutdı kim
Kâş ki cümle cihân derd olsa dermân olmasa

Kirpiğün zahm urıcak bağrumı gamzendür delen
Tîr igende kâr-ger olmazdı peykân olmasa

Cân ü dilde tîr-i gamzen üzre bir ceng oldu kim
Kan olurdu arada sinemde pinhân olmasa

Gam yimezdüm dil sarayın yıkduğıyçün rûzigâr
Hayl-ı sultân-ı hayâlün anda mihmân olmasa

Hattunun hükmin dutardım câna tezvîr olmasa
Zülfünün çevrin çekerdüm nâ-Müselmân olmasa

Didüm ağlarken başum top eyle çevgân zülfüne
Didi çevgân gösterürdüm sana bârân olmasa

Bâğ-bân zülfün harîf olmazdı hüsnün bezmine
Mâ-hazar avcında şol sîb-i zenahdân olmasa

Sen giderken sûzumı f-il-cümle teskîn itdi eşk
Bana âhır demde rahm itmezdi insan olmasa

Ahmed'ün aşkı zebûrın ezber it k'olmaz beyân
Ma'nişi gül hüsninün bülbül gazel-hân olmasa


Açıklama: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Gözüni süzme bîmâr öldürürsin
Şiir: Gözüni süzme bîmâr öldürürsin
Saçın çözme giriftar öldürürsin

Begüm bir bûseyi bin câna satma
Ko bâzârı harîdâr öldürürsin

Demişsin ki yolumda ölmez Ahmed
Bir öldüm bir de tekrâr öldürürsin


Açıklama: Mefâîlün mefâîlün faûlün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Ey fitnesi çok kavli yalan yandum elünden
Şiir: Ey fitnesi çok kavli yalan yandum elünden
fifr nâz ile bin gonül alan yandum elünden

Sen şem' gibi gayr ile meclisde gülersin
Ben akıduram yaş ile kan yandum elünden

Ney gibi delindi ciğerüm ışkun elinden
Her dem iderem âh ü figaan yandum elünden

Yandı dü cihân âteş-i ahumla ve lîkin
Ben senün eyâ şâh-ı cihân yandum elünden

Şol sunduğun âteş midür ey sâki bana kim
Sen aldun ele cam hemân yandum elünden

Her hâr ile sen sohbet idersin dün ü gün ben
Derdün iderem mûnis-i cân yandum elünden

Ahmed çeke cevrüni ve lûtfun göre agyâr
Ey şefkati az şâh-ı cihân yandum elünden


Açıklama: Mef'ûlü mefâîlü mefâîlü faûlün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Dil ki gözün sihrine meftûn değil
Şiir: Dil ki gözün sihrine meftûn değil
Sengdür ol kaabil-i efsûn değil

Didi görüb Leyli'yi bir müddeî
Bu hod igen çâpük ü mevzûn değil

Leyli gülüb sözine anun didi
Ben ne diyem buna ki Mecnûn değil

Yoluna ey Husrev-i Şîrîn-dehen
Dîde mi var kim yaşı Gül-gûn değil

Lâ'lün içün dem mi olur k'Ahmed'ün
Gonca gibi yüreği pür-hûn değil


Açıklama: Fâilâtün fâilâtün fâilün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Hikâyet-i gam-ı hicrân-ı yârı mı diyelüm
Şiir: Hikâyet-i gam-ı hicrân-ı yârı mı diyelüm
Şikâyet-i sitem-i rûzigârı mı diyelüm

Ya hod bu şîşe-i nâzük-mizâc gönlümüze
O seng-dilden iren inkisârı mı diyelüm

Edeb değül gile cevr ü cefâ-yi canandan
Ne hûb özr diler rûy-i yârı mı diyelüm

Yazub letâif-i hüsnin beyân varaklana
Benefşe berg-i gülün perde-dârı mı diyelüm

Girilı girih resen-i müşg-bârı mı analum
Dizin dizin güher-i âb-dârı mı diyelüm

Ya âb-ı lûtf-ı izârın mı yâ kenârında
Letafet ile biten sebze-zârı mı diyelüm

Visale va'de virür gamzen ana biz inanub
Kabûl-i mesttin olur i'tibârı mı diyelüm

Gönülde sûzen-i gam var usanmadan biz ana
Hayâlün ayağınun reh-güzârı mı diyelüm

Belâlu bülbülin anub sorarsa Ahmed dost
Gülün firaakını yâ zahm-ı hârı mı diyelüm


Açıklama: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Şiir: Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Terk-i cefâ eylemedün öyle mi

Bir dem ayağun tozını gözüme
Kuhl-i cilâ eylemedün öyle mi

Gül yüzüne karşı gönül bülbülin
Perde-serâ eylemedün öyle mi

Şemme-i zülfünle meşâmın dilün
Gaaliye-sâ eylemedün öyle mi

Ahmed'i öldüriserin der idün
Ahde vefâ eylemedün öyle mi


Açıklama: Müfteilün müfteilün fâilün



Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Subh-dem her gice ağyar ile ol yâr oturur
Şiir: Subh-dem her gice ağyar ile ol yâr oturur
Dest-bâzî kılub ağyâr ile oynar oturur

Âh kim ol câme-i hâb içre düşmânlar ile
Gör ki ben miskîn her gice ki bî-yâr oturur

Her kaçan gül gibi ol hâr ile handân yürüse
Ehl-i dil bağrını lâle gibi dağlar oturur

Ahmed'i gör ki saçun fikr ile uzun giceler
Kimseye hâlini dimez hemen ağlar oturur


Açıklama: fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün


Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Yine bu cevr ü cefâlar bize cânâ neyiki
Şiir: Yine bu cevr ü cefâlar bize cânâ neyiki
Bu kadar hışm ü belâlar dil ü cana neyiki

Biliriz düşman el uzatduğunu sünbülüne
Bilmezüz dahi başumuzdaki sevdâ neyiki

İtlerün kıldı alâle işiğüne varıcak
Seni sevdüğüm için bana bu gavgaa neyiki

Gice zülfün görüben düşde perîşân oldum
Dostlar hayr ola din bize bu rü'yâ neyiki

Ser-i kûyunda figaan ile gören Ahmed'i dir
Yürür âvâre olub yine bu şeydâ neyiki


Açıklama: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün


Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Feryâd ü nâlem işidüb ey yâr kaçma gel
Şiir: Feryâd ü nâlem işidüb ey yâr kaçma gel
Yiğitsin alma âhumı zinhâr kaçma gel

Gönlüm evin yıkub gider ol yâr-ı seng-dil
Ardınca çağırur der ü dîvâr kaçma gel

Çün çeşme vü pınar perîler durağıdur
Çeşmümden ey nigâr-ı perî-vâr kaçma gel

Hâr-ı cefâda bağrını kan itdi bülbülün
Ey boyı serv ey yüzi gül-zâr kaçma gel

Ahmed tutuşdı dûd-ı dilinden sakın tutar
Âyîne-i cemâlüni jengâj kaçma gel


Açıklama: Mef'ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün


Şair: Ahmed Paşa
Türü: tarih
Başlık: Târîh-i Feth-i Kal’a-i Ermenek
Şiir: ‘Ümerâ sasflarını Âsaf-ı devrâna koşub
Karaman fethine Süleymân-ı zamân

Sâhib-i kal’a-küşây Ermanakun kal’asını
Kahr ile kal’ idüben konı hemîn aldı hemân

Devlet âsârını bu vech ile ferhunde görüb
Ehl-i diller didi târîhini Feth-i Karaman


Açıklama: vezni: fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün

Karaman’ın fethinin tarihi 879/1474



Şair: Ahmed Paşa
Türü: kıt'a
Başlık: Yersâ Ba’z-ı Evlâd-ı Asdıkâî
Şiir: Meh-i burc-ı şeref tutuldı dirler
Gül-i bâğ-ı sa’âdet soldı dirler

Bahâr-ı hüsn iken bâğ-ı ruhunda
Benefşe bitmedin bozuldı dirler

Hazânın işitib ol nev-bahârın
Ciger kanıyla gonca doldu dirler

Çeküb çâk itdi gamdan cübbesin gül
Benefşe saçlarını yoldı dirler

Gerekli genc idi ol serv-i sîmîn
Anun’çün toprağa defn oldı dirler


Açıklama: vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün fa’ûlün


Şair: Ahmed Paşa
Türü: kaside
Başlık: Der Medh-i Sultan Mehmed Hân (Kerem Kasidesi)
Şiir: Ey muhît-i keremün katresi ‘ummân-ı kerem
Bâğ-ı cûd ebr-i kefünden tolu bârân-ı kerem

Matla’-ı subh-ı zafer mihr-i zekâ ebr-i hayâ
Felek izz ü ‘alâ dâver-i devrân-ı kerem

Tâc bahş-ı ser-i sultân-ı salâtin-i cihân
Zînet-i taht u nigîn Hazret-i sultân-ı kerem

Zıll-ı Hakk Şâh Muhammed ki işiği gökinün
Kem-terin ılduzı olur meh-i tâbân-ı kerem

Ayağı toprağıdur cevher-i iksir-i hayât
Âsitânı tozıdur sürme-i a’yân-ı kerem

Açılur hulk-ı nesîmiyle gül-i gülşen-i cûd
Bezenür lutfi zülâliyle gülistân-ı kerem

Bahr-ı ahzar ne durur kulzüm-i cûdında habâb
Katre-i feyzi nedür ebr-i dür-efşân-ı kerem

Bî-kıyâs olalı ihsânlarun ey hüccet-i cûd
Kâtı oldı cedel-i haşmunı bürhân-ı kerem

Kefi bir demde nisâr itdüği gencin oşrin
Haşre dek vezni demez kefe-i mizân-ı kerem

Ne melek hûy meliksin ki dem-i lutfun ile
Kevser-i cûd akıdur ravza-i Rıdvân-ı kerem

Ne kerâmet kodı Hakk zât-ı kerîmünde k’olur
Ayağun basduğı yir çeşme-i hayvân-ı kerem

Bulmasa nâm-ı şerîfünle şeref-nâme-i cûd
Ebter olaydı kamu defter ü dîvân-ı kerem

Gün gibi saltanatun topı göğe ağsa ne tan
Sana buldı bu meydânda çü çevgân-ı kerem

Bahr-ı cûdun nice şerh olak’onun reşhasıdur
Hâsıl-ı kân-ı sehâ mâye-i ‘ummân-ı kerem

Saltanat hil’atini kaddüne hayât-ı felek
Râst biçmese açılmazdı girîbân-ı kerem

Ne kadar zer var ise dest-i zer-efşânun ile
Harf-i zer gibi perâkendedür ey kân-ı kerem

Sîm sûretde sitem şekline yazıldığıçün
Tağıdursın anı düşman gibi ey hân-ı kerem

Gök tenûrında kurı kurs okınur mihr ile mâh
Hân-ı lutfunla firâvân olalı nân-ı kerem

Kâse-i hırs toyar sofra-i ihsânundan
Dest-i in’âmun ile âm olalı hân-ı kerem

Mihr-i cûdun çemen-i lutfa zer-efşân olalı
Gülşen-i dehri bezer nergis-i bûstân-ı kerem

Bûy-ı hulkundan urur müşk gibi dem ki tutar
Hoş revâyihle cihân bâğını reyhân-ı kerem

Ahmed’ün gam makası kesdi dilin şem’ gibi
Sana Rûşen diyemez hâlini sultân-ı kerem

Sen Süleymân’ı ne dille öğe bir mûr-ı za’îf
Getüre nutka meger lutfun ile anı kerem

Husrevâ pâreledi cevr eli sabrum yakasın
Dest-gîr olsa demidür bana dâmân-ı kerem

Midhatün bülbülini gam kafesine koma kim
Hayfdur tûtiye zehr ey şeker-istân-ı kerem

Ekremü’l-halksın ey vâsıta-i ikd-i kirâm
Her le’îmün sözin işitme budur şân-ı kerem

Kul hatâ kılsa n’ola afv-i şehenşâh kanı
Tutalım iki elüm kanda imiş kanı kerem

Umaram cürmümi gark itmeğe rahmet suyına
Mevc-i ihsânun ile cûş ide ‘ummân-ı kerem

Bir kara toprağam ihyâ-yi memât itmek içün
Yağsa cûdın bulıdından n’ola nîsân-ı kerem

Nice k’iklîm-i mürüvvetde geçe hükm-i vefâ
Nice k’eyvân-ı ‘atâda tura dîvân-ı kerem

Nice k’insân ola ‘âlemde ‘abîdü’l-ihsân
Nice kim ola cihân tâbi’-i fermân-ı kerem

Dest-i ihsânun ile yapıla bünyâd-ı sehâ
Pâye-i kadrün ile yucala eyvân-ı kerem

Nice kim Ka’be müsâfirlerini lutf-ı İlâh
Rahmeti hânına her sâl ide mihmân-ı kerem

‘Îd-i ferhundene kurban ide a’dânı felek
Sen ehibbâna buyur âb-ı sehâ nân-ı kerem

‘Ömr-i hasmun ire târih gibi pâyâna
Nâmunı nâme-i ikbâl ide ‘unvân-ı kerem



Açıklama: vezni: fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün

Tarihsel kaynaklara göre Ahmet Paşa bu kasideyi padişaha



Şair: Ahmed Paşa
Türü: gazel
Başlık: Bî-dilem dilsitândan ayrıldum
Şiir: Bî-dilem dilsitândan ayrıldum
Âh ki ârâm-ı cândan ayrıldum

Eşiği hasretinde hâk olsam
Yiridür ki âsumândan ayrıldum

Ne tan Ülker gibi inerse yaşum
Meh-i nâ-mihribândan ayrıldum

N’ola micmer gibi yanarsa içüm
Bezm-i şâh-ı cihândan ayrıldum

Gemi gibi denizde sergerdân
Yürürem bâd-bândan ayrıldum

Şeb-i mihnetde telh-îş oluban
Şem’-i şîrîn-zebândan ayrıldum

Sındı seng-i cefâda sabr ayağı
Düşdüm uş kârbândan ayrıldum

Bende Ahmed gibi garîbem kim
Cândan ü hânümândan ayrıldum



Açıklama: vezni: fâ’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün


Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: 1 Nisan 1430 tarihinde doğan Fatih Sultan Mehmed, II. Murad ile Hüma Hatun'un oğludur. İyi bir eğitimden geçen II. Mehmed 1443'te Manisa sancakbeyliğine gönderildi. Kardeşi Alâeddin Çelebi'nin aynı yıl ölmesiyle tahtın varisi oldu. 1444 -1446 yıllarında hükümdarlık tahtına oturduğunda babası II. Murad, Manisa'da dinlenmekteydi. Yeniçerilerin ayaklanması ve Halil Paşa'nın ısrarıyla yeniden tahta geçti. II. Mehmed yeniden Manisa'ya sancakbeyi olarak döndü. Buradaki beş yıllık görevinde kültürel ve siyasal ufkunu genişletti. 10 Şubat 1451'de babasının ölümüyle Edirne'ye gelerek 19 Şubat'ta ikinci kez tahta oturdu.

İstanbul'u alarak Bizans imparatorluğunu tarihten silmeyi düşünen II. Mehmed, bu düşünü büyük gayret ve hazırlıklarla 29 Mayıs 1453'te gerçekleştirmiş, Osmanoğulları'nın en büyük ve anlamlı zaferini elde ederek, kendine, "Fâtih-i Kostantiniyye", devlete de imparatorluk unvanını kazandırmıştır. İstanbul’daki ticarî canlılığı sağlamak için 1454'te Venediklilerle her türlü ekonomik serbestliği öngören bir antlaşma imzaladı.

Fatih'in dış görünüşünü kendisini tanıyan yerli ve yabancı birçok yazar ve sanatkâr tasvir etmiştir. İtalyan Zorzo Dolfin, onun az gülen, çalışkan, zekî, amacına ulaşmada inatçı, kitap okumayı çok seven, araştırmalar ve incelemeler yapan cömert bir insan olduğunu söyler. Neşrî ise Fatih'i, adaletli, yiğit, bilgin, dindar, bilim adamlarını ve erdem sahiplerini koruyan bir kişi olarak tanıtır. Bu özellikleri onun sefere gittiği yerlerden birçok âlim ve sanatçıyı istanbul'a getirmesine vesile olmuştur.

Hayatının her dönemini azami bir verimle kullanan Fatih Sultan Mehmed 1481 baharında sefer için orduyla birlikte İstanbul'dan ayrıldı. Padişah, Maltepe'de hastalanarak Tekür Çayırı'ndan öteye gidemedi. 3 Mayıs 1481'de 51 yaşında öldü. Cenazesi kendi adını taşıyan caminin kıble tarafındaki türbesine gömüldü.

Edebî Kişiliği

Çocukluğundan itibaren bir ilim, şiir ve sanat havzasında yetişmiş ve bu ilgisini hayatının sonuna kadar sürdürmüş olan Fatih Sultan Mehmed, Avnî mahlâsıyla şiirler yazmış, divanı olan ilk Osmanlı padişahıdır. Bütün kaynakların fikir birliğine vardığı nokta; hassas ruhlu, sözüne sadık, âlim ve sanatkârları himaye eden, musikîye ve şiire düşkün bir insan olmasıdır. Gelenekleşen âlim ve şairleri toplayarak sohbet etme adeti II. Mehmed döneminde haftada iki gün yapılmıştır.

Bugün Fatih'in şiirlerinin bulunduğu divan, bir divandan çok içerisinde gazellerin bulunduğu bir divançe niteliğindedir. Onun devrine göre iyi bir şair olduğunu bu divançedeki şiirler açıkça ortaya koymaktadır.

Avnî'nin altı dil bildiği rivayet edilmekle beraber Arapçayı ve Farsçayı eserleri aslından okuyacak kadar iyi bilmektedir. Dili diğer Osmanlı şairlerinden farklılık göstermeyen Avnî, zaman zaman devrine göre sade ve duru bir üslûp kullanmıştır. Kimi beyitlerinde konuşma dili rahatlığı içindedir.
Devlet adamlığı, komutanlığı, zaferden zafere, ülkeden ülkeye koşmakla geçen hayatının izleri şiirlerine pek yansımamıştır. O, maddî zevk ve saf aya kayıtsız kalan, yaptığı işleri manevî görev bilen bir padişahtır.

Avnî'nin şiirlerinde rindâne ve âşıkane söyleyişlerin yanında hükümdarlığını yansıtan beyitler de vardır.

Sahip olduğu karakter ve üne rağmen zaman zaman sevgili kavramının arkasında ölüm karşısında çaresizliği, dünyanın geçiciliğini, kulluğunu unutmadığı görülür.
Avnî'nin şiirlerindeki hayal zenginliği ve yeni buluşlar dikkat çekicidir.
Divan şiirinin geleneklerine uygun olarak O da gerçek dost bulmanın zorluğundan, devrinden, anlaşılamamaktan, ayrılıktan, güzellerin eziyetlerinden, gönülden felekten dem vurur.
Divandaki gazeller bize II. Mehmed'in 'aşk, sevgili ve güzeller konusundaki düşüncelerini tüm samimiyeti ve açıklığıyla ortaya koyar. O tamamen hissî ve hiçbir çıkara dayanmayan bir sevgilinin övgüsü içindedir.

Şiirlerinin incelenmesiyle ortaya çıkan bir başka sonuç da Şirazlı Hafız ve Şeyh Sadi gibi lirik ve didaktik Iran şairlerinin etkisinde kalmış olmasıdır. Gazellerdeki didaktik, öğüt verici ve atasözlerine yakın söyleyişler bu etkiyi daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Avnî, Anadolu sahasında ise en çok Şeyhî ve Ahmed Paşa’nın etkisinde kalmıştır.



Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: Ağlasa âşık belâ-yı hicr ile nâlân olup
Şiir: Ağlasa âşık belâ-yı hicr ile nâlân olup
Gözleründen akan anun yaş yerine kan olup

Geh cefâ kûhı gubârından örünse kisveti
Geh belâ vadisini geşt eylese 'uryân olup

Her ne denlü cevrler görse vefalar eylese
Her ne denlü gülseler hâline ol giryân olup

Gam beyabanına her gün eylese seyr ü sefer
Her gice mihnet- serâ-yı firkate mihmân olup

Râz-ı 'aşkı aşikâr itmeğe takat bulmasa
Sinesinde nâvek-i dil-dûzlar pinhân olup



Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün




Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: 'Aşk ile viran iden gönlini ma'mûr istemez
Şiir: 'Aşk ile viran iden gönlini ma'mûr istemez
Hâtırın mahzûn iden bir lahza mesrur istemez

Hâk-sâr olup hevâ ile gubâr olan gönül
Hâk-i râh-ı yârdan bir dem özin dûr istemez

Hoş gören âkil fena tavrını şöhret gözlemez
Künc-i uzlet isteyen kendüyi meşhur istemez

La'l-i nâba meyi kılmaz bağrını pür-hûn iden
Dâmenin pür-eşk iden lü'lü-yi menşur istemez

Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval
Mâlik olan ‘Avniyâ bir gence gencûr istemez



Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün



Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider
Şiir: Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider
İrüşür fasl-ı hazan bâg ü bahâr elden gider

Her nice zühd ü salâha mail olur hâtırum
Gördügümce ol nigân ihtiyar elden gider

Şöyle hâk oldum ki âh itmeğe havf eyler gönül
Lâ-cerem bâd-ı sabâ ile gubâr elden gider

Gırra olma dilberâ hüsn ü cemâle kıl vefa
Baki kalmaz kimseye nakş ü nigâr elden gider

Yâr içün agyâr ile merdâne ceng itsem gerek
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider



Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün



Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: Dolsa 'âlem ta'n degül dûd-ı siyâhumdan benüm
Şiir: Dolsa 'âlem ta'n degül dûd-ı siyâhumdan benüm
Mihr görmen zerrece gün yüzli mâhumdan benüm

Nice pinhân eyleyem ol dilbere âşıklugum
Pür durur dîvân şehrün âh ü vâhumdan benüm

Devlet-i 'aşkıyla payem bir makama irdi kim
Şânumı anlar görenler izz ü câhumdan benüm

Hâk-i pây-i yâr tâcum kûy-ı dilber mesnedüm
Reşk ider Cemşîd ü Cem taht ü külâhumdan benüm

Hayl-i 'aşkı şâh-râh-ı gamda kılsam germ-rev
Çeşm-i encüm kuhl ider gerd-i sipâhumdan benüm

'Avniyâ bir hâle irdüm derd-i hicr-i yâr ile
'İbret alur niceler hâl-i tebâhumdan benüm



Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün



Cem Sultan
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: Fatih'in küçük oğlu Cem Sultan, renkli kişiliği yanında şanssız şehzadelerin başında yer alan birisi olarak görülüyor. Başından geçen çeşitli olaylar yanında, şiiriyle de ön plana çıkan Cem, halk tarafından büyük bir sevgiyle benimsenmiş, sevilip sayılmıştır.

Küçük yaşlarda Arapça ve Farsçayı öğrenen Cem, çevresindekileri hep şiirle uğraşan kişilerden seçmiş, etrafına Sa'dî, La'lî, Kemalî, Şahidî gibi şairleri toplamıştır. Şiirde Ahmet Paşa'yı örnek alan Cem Sultan, yazdığı şiirleriyle Türkçede olduğu gibi Farsçada da beğenilen bir şair olduğunu ortaya koymuştur.



Şair: Cem Sultan
Türü: gazel
Başlık: Çün çekdi hatun yüzün üzere rakam ey dost
Şiir: Çün çekdi hatun yüzün üzere rakam ey dost
Ol hasret ile iki cihânı yakam ey dost

Rahm eyle bana cevr ü cefâ kılma igen kim
'Aşkunda çeken bunca belâlar benem ey dost

Dâmânuna yapışup ayaguna düşerdüm
Kurtulsayıdı ger gam elinden yakam ey dost

Çün gelmez elümden ki rehâ bulam ölümden
Ancak buna kaldı ki yolunda ölem ey dost

Dirler ki kerîm işi keremdür n'ola ger
Cem Vaslun niâmından göre bir dem kerem ey dost



Açıklama: Vezni: mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün



Şair: Cem Sultan
Türü: gazel
Başlık: Cân bilmezem ol turra-i Hindûya mı düşdi
Şiir: Cân bilmezem ol turra-i Hindû'ya mı düşdi
Yâ bu dil-i gam-perver o ebrûya mı düşdi

Gözümde hayâl-i lebün eğlenmemek ister
Bilsem ne iver yohsa şeker suya mı düşdi

Görüp kadünün ‘aksini dîdemde didi dil
Ol serv-i çemen sayesi bu cûya mı düşdi

Bir lahza karâr idemez ansuz dil-i miskîn
Yohsa gene bu kamet u ebrûya mı düşdi

Âh ol dili Cem neyleye kim gamdan usanmaz
Vardı gene bir gözleri âhûya mı düşdi



Açıklama: Vezni: mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün


Şair: Cem Sultan
Türü: gazel
Başlık: Gözlerün şol mestdür kim hâb ana hâcet degül
Şiir: Gözlerün şol mestdür kim hâb ana hâcet degül
Leblerün ol mül durur kim âb ana hâcet degül

Ka’be yüzinden budur kaşın tıraş itdügi yâr
Kıbledür her kûşesi mihrâb ana hâcet degül

Zülfünün kullabını takma gönül boynına kim
Kendü varur kûyuna kullâb ana hâcet degül

Yıkmağa dil mülkini seylâb-ı gam gönderme kim
Seyl-i eşküm var iken seylâb ana hâcet degül

Ey meh-i nâ-mihribân hicrün şebinde bu Cem’e
Ay yüzün nûrı yeter mehtâb ana hâcet degül



Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün



Necatî
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: XV. yüzyıl Anadolu Dîvân şiirinin, Bursalı Ahmed Paşa'dan sonra en ünlü şairidir.
Asıl adı İsa Necâtî Bey olan şair, Edirnelidir. Fakir bir aileye mensup olduğu ve yetim kaldığı için Edirneli bir hanım tarafından büyütülmüştür. Ondaki zekâ ve kabiliyeti gören şair Sâilî, öğrenimini üzerine almış, iyi bir eğitim ve öğretim görmesini sağlamıştır. Öğrenim derecesi, Medresenin yüksek kısımlarına kadar varır. Yaradılışı dolayısıyla hemen edebiyatta, şiir ve inşaya yönelmiş ve bu yolda yürümüştür. Bir ara Kastamonu'da da bulunan Necatî, şiir söylemekte üstün başarıya orada ulaşmıştır. Edirne'de doğmakla beraber, asıl yetiştiği ve üne kavuştuğu yer Kastamonu'dur.

Önceleri şiir alanında, Kasîde-i Şitâiyye'siyle Fâtih Sultan Mehmed'in dikkatini çekmiştir. Sonra padişahın Dîvân Kâtipliği'ne tayin edilmiş ve himayesini görmüştür. Fatih ölünce, II. Bayezid'in himayesini görmüştür. Daha sonraları, Karaman valisi Şehzade Abdullah'ın Dîvân Kâtipliği'nde bulunmuş, onun 1484 de ölümünden sonra İstanbul'a gelmiştir. Yirmi yıl İstanbul'da kalmış, bir ara çok sevdiği II. Bayezid.'in oğlu Şehzade Mahmud'a Saruhan (Manisa) Sancağı'nda Nişancılık görevinde bulunmuştur. Burada "Bey" unvanını alarak, Necatî Bey diye anılagelmiştir.

1507'de Şehzade Mahmud'un ölümünden sonra İstanbul'a gelmiş ve 17 Mart 1509 tarihinde Vefa'daki evinde ölmüştür.

Edebî Kişiliği

Necatî Bey, kendine özgü zengin hayâlleri ile süslü şiirlerindeki rindâne üslûp ve nükteli anlatımıyla övünür. Eşsiz cinasları, anlamca yeni ve dillerde atasözü gibi dolaşan şiirleri, Ahmet Paşa'nın şiirlerine yakın; sanat gösterişinden uzak, tabiî oluşu nedeniyle de Zatî'nin şiirlerinden üstündür. Türk Edebiyatı'nın İran etkisinden uzaklaştırılmasında büyük katkılarda bulunmuş, şiire canlılık kazandırmıştır.
Necatî Bey, Şeyhî'yi, İran şâirlerinden Kemalüddîn İsfahanî, özellikle Nizamî ve Selmân-î Sâvecî'yi takdir etmiş, başkalarının şiirlerinden anlam çalanları acı bir dille yermiştir.

Şiirinde az ve öz anlatım yolunu seçmiş, zaman zaman kendi şiirini de övmüştür. Anlatımı atasözü tarzındadır. Anlatımının el değmemiş, yani başka şiirlerden çalma mazmunları olmadığını açıkça söyler.

Kasidelerinde medhiyelere önem vermiş, sık sık tegazzül yapmıştır. Bu şiir türündeki asıl başarısı, tasvirlerinde hayal unsurunu ikinci planda tutarak, gözleme büyük yer vermesinden ileri gelir. Bu şiirlerinde oldukça sade bir dil kullanmıştır.

Gazel tarzına önem vermiş, gazellerinin dünyayı tuttuğunu söyleyerek onlarla övünmüştür. Bu nedenle de kasidelerinde sık sık tegazzül yapmıştır. Özellikle gazelleri sadedir. Bu mahallîlik, yalnız dilde değil, teşbihlerinde, özellikle kendi hayatını yansıtan tabiat, av sahnelerine ait tasvirlerinde, atasözü kullanmasında veya bu nitelikteki mısralarında kuvvetle hissedilir.

Necati'nin kendine hayran olan Şevkî, Sun'î, Talî, Rıza'î, Üsküplü Zahrî, Sehî, Mihrî Hatun, Sûzî-yi Nakşibendî, Vâlihî gibi XV-XVI. yüzyıl şairleri üzerinde özellikle etkileri görülür. Ayrıca birçok şair, şiirlerine nazireler yazmıştır.

Necatî Bey, Türkçe söz ve ibareleri şiire sokarak bir çığır açmış. Millîleşme Akımı'nın ilk öncülerinden olmuştur. Türk şiirine, adeta bir kişilik kazandırmış, millî ruh ve zekâmızın mührünü vurmuştur.

Ünü ve etkileri Tanzimat'a kadar devam eden Necatî Bey, yazdığı Farsça şiirlerinde de başarılıdır.

Necatî, mersiyeleri, âşıkçasına gazelleri, canlı tabiat tasvirleri anlamca yeni şiirleriyle Divan edebiyatının unutulmaz şairlerindendir.

Eserleri: Dîvân, Münâzara-i Gül ü Husrev adında henüz ele geçmemiş bir mesnevisi vardır



Şair: Necatî
Türü: Gazel
Başlık: Çıkalı göklere ahum sereri döne döne
Şiir: Çıkalı göklere ahum sereri döne döne
Yandı kındîl-i sipihrün ciğeri döne döne

Ayağı yir mi basar zülfüne ber-dâr olanım
Zevk u şevk ile vîrür cân ü seri döne döne

Şâm-ı zülfünle gönül Mısrı harâb oldu diyu
Sana iletdi kebûter haberi döne döne

Sen durub raks idesin karşıma ben boynum eğem
İne zülfün koça sen sîm-beri döne döne

Kâ'be olmasa kapun ay ile gün leyi ü nehâr
Eylemezlerdi tavaf ol güzerl döne döne

Sen olasın diyu yir yir asılub âyineler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne

Ey Necati yaraşur mutribi şeh meclisinün
Raks urub okuya bu şi'r-i teri döne döne



Açıklama: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün



Şair: Necatî
Türü: Gazel
Başlık: Nice kâkül nice mu sünbül-i gül-bûdur bu
Şiir: Nice kâkül nice mu sünbül-i gül-bûdur bu
Dili uşşâkı perişan idici budur bu

Ne gönül kodı ne göz hâl-i ruh u ârız-ı dost
Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu

Umarın haşrda cân oynaduğumdan duyalar
Mah-rûlar diyeler bir birine odur bu

Yüri yıllarla yilersen yetemezsin ey dil
Şol cihetden ki perî şivelü ahudur bu

Tenüme ayru irer cânuma aynı sitemün
Tîg-i hûn-rîz-i cefâ-pîşeden ayrudur bu

Gözümün penceresin yapmağa hükm eyledi şer'
Ki nlgârun harem-i hüsnine karşudur bu

Yine sihr itdi Necâtî nice söz nice g