Divan edabiyat 15.yy
Adlî (II. Bayezid)
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: Dünyaya 1447 yılında Dimetoka’da gelen II. Bayezid, 1481'de Fatih'in ölümü üzerine Osmanlı tahtına XIII. padişah olarak geçmiştir. Rakibi olan şehzade Cem'in saltanat arzusuna, yeniçerilerin kendisine taraftar olmaları ve vali bulunduğu Amasya'dan merkeze Cem'den önce varışı ile set çekti. Bu rekabet bilinen gelişmelerle 1495'e kadar devam etti. 10 Haziran 1512 tarihinde Çorlu’da vefat etmiştir.
Kendisi de âlim ve şair olan II. Bayezid kendi devrini âlimler, şairler devri haline getirmiş, bir kısım isim ve işleri ile Künhü'l-Ahbar'da kaydedilmiş olan yüzlerce kabiliyeti şöhret haline getirmiştir, birçok yönden babası Fatih'i aratmamıştır.
II. Bayezid, şiirlerinde mütevekkil ve şükredicidir, bazen de bir hak ve adalet arayıcısıdır.
Adlî, Ahmed Paşa’yı üstad tanıyarak gazel söylemiş, Necatî'den aldığı ilham ve feyzi de ilk tesirle birleştirerek devrinde vasat kudret ve kabiliyette bir şair olmuştur.
Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Ey kemân-ebrû n'ola kurbân idersen cân sana
Şiir: Ey kemân-ebrû n'ola kurbân idersen cân sana
Bin benüm gibi ider her lahza cân kurban sana
Mihrüni canda ezelden saklar idüm sanma kim
Dâr-ı dünyâda görüp hayran olupdur cân sana
Dilde gamzen zahmına merhem didüm dilber didi
Tîr-i müjgânum yeter her lahzada derman sana
Pertev-i hüsnün meğer eflâka düşmiş ay u gün
Gice gündüz rezm urup olmuş durur hayran sana
Hûbluk sende tamâm oldugına hacet budur
Kâtib-i kudret ki yazmış ol hat-ı reyhan sana
Hûn-ı dil yaşunla 'Adlî gerçi seyl oldı dirîg
Kanlu yaşun göricek rahm eylemez cânân sana
Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Tut dilüni eyleme la'l-i leb-i cânânı medh
Şiir: Tut dilüni eyleme la'l-i leb-i cânânı medh
Bendeye lâyık degüldür eylemek sultânı medh
Mihr-i 'âlem-tâbı medh itmek düşer mi zerreye
Kevkebe lâyık mıdur itmek meh-i tâbânı medh
Cânuma lezzet irişdügin hadeng-i yârdan
Yâremün ağzına dil olmış ider peykânı medh
Oklarunı medh ider cismümde olan her kılum
Her çemen dildür sanasın kim ider bârânı medh
Medh-i 'âlemden çü müstağni olupdur âfitâb
'Adliyâ nice idersin ol gözi fettanı medh
Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Gönlümi dîvâne kılan zülf-i pür sevdâsıdur
Şiir: Gönlümi dîvâne kılan zülf-i pür sevdâsıdur
Cânumı pervâne iden şem'-i bezm-ârâsıdur
Kabrüm üzre serv dikün şem' yakun dostlar
Çün beni hâk eyleyen şevk-ı ruh u bâlâsıdur
Gül yüziyle zevk u şâdînün birin on eyleyen
Gülsitân-ı hüsn içinde kâmet-i ra'nâsıdur
Ziynet olmaz gülsitân içinde gül açılmasa
Rûyına revnak viren yârun ruh-ı zîbâsıdur
Taze 'âşık taze dîvâne mesel meşhûrdur
Gitdi Ferhâd ile Mecnûn 'aşkınun gavgâsıdur
'Adliyâ hükmün anunçün nâfiz oldı 'âleme
Yazılan 'unvânda yârun kaşı tugrâsıdur
Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Kaşlaruna bir kadîmi bendedür benzer hilâl
Şiir: Kaşlaruna bir kadîmi bendedür benzer hilâl
Kim dütâ itmiş durur kaddin mürûr-ı mâh u sâl
Ne ta'alluk leblerim yâkût hattın kılsa nush
Bu muhakkakdur ki reyhan oldı hattundan misâl
Bir zavallu âfitâb u mâh ise bir kec-dehen
Nice kılsunlar senünle da'va-yı hüsn ü cemâl
Kaşlaruna nisbet itdümse hilâli ey kamer
Eyledüm bârik fikr vü bagladum nâzik hayâl
'Adliyâ ahvâlüne vâkıf degül sanma nigâr
Her gazel kim yazdum oldı yâra benden 'arz-ı hâl
Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Adlî (II. Bayezid)
Türü: gazel
Başlık: Senin zencîr-i zülfünden dil-i dîvane bend ister
Şiir: Senin zencîr-i zülfünden dil-i dîvane bend ister
Usandı hicr ile cândan asılmağa kemend ister
Mey-i la’lin içip vâiz harâb-ı çeşm-i yâr olduk
Ana de va’z ü tefsîri ki senden nush u pend ister
Lebin dârü’ş-şifâsından umar dil derdine dermân
Tabîb-i hasta dillersin devâsın derdmend ister
Gönül günc-i kanâatte otur giy hırka-i hüznü
Çün ol şeh kulların dâim fakîr ü müstemend ister
Hayâl-i sîm ü zer etmen ana benzer senin Adlî
Gedâ hâk üzre yatarken gümüşten tahtabend ister
Açıklama: Vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
Adnî
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: Mahmud Paşa'nın ailesi ile doğum yeri ve yılı hakkında çağdaşı Türk tarihçilerinin eserlerinde bilgi yoktur. Sonraki yüzyıllara ait tezkirelerden Künhü'l-Ahbâr ile Hadîkatü'l-Mülûk ve'l-Vüzerâ adlı eserlerde Hırvat asıllı olduğu belirtilmektedir. Beyânî Tezkiresi, Künhü'l-Ahbâr, Meşâirü'ş-Şuarâ ile Tezkiretü'ş-Şuarâ da Alacahisarlı olduğu kanısındaysa da Mahmud Paşa'nın biyografisini yazan Ş. Tekindağ, bu kayıtların doğruluğunu şüpheyle karşılamakta ve Babinger'in verdiği bilgilere dayanarak babasının Sırp despotu Angelos ailesinin Teselya kolundan gelmiş olması ihtimalini kuvvetli görmektedir.
Yerli kaynaklardan yalnızca Heşt Bihişt adlı eserde babasının adının Abdullah olduğu yazılan şâirimizin soyuyla ve sonraki hayatıyla ilgili bir başka husus, bazı tezkirelerde ve menakıpnâmelerde Mahmud Paşa ile Kassabzâde Mahmud Bey'in karıştırılmasıdır. Bu konuda Halil İnalcık, Sadrazam Mahmud Paşa ile Bursa subaşısı Kassabzâde Cübbe Ali Bey'in oğlu Mahmud Bey'in farklı şahıslar olduğunu belirtmektedir. Âmil Çelebioğlu ise, Yazıcıoğlu Mehmed'in dostlarından bahsederken müellif hattı Muhammediye'deki
Veziri var idi bir nür-ı Vehhâb
Adı Mahmud Paşa 'di İbn-i kassâb (8864)
beytinden hareketle "Fatih Sultan Mehmed'in vezîr-i azamı Mahmud Paşa Kasaboğlu Mahmud'dan başkası değildir" demektedir.
Tezkirelere göre savaş esiri olarak veya intisap yoluyla Mehmed Ağa'nın himayesine giren Mahmud Paşa'nın bundan sonraki hayatına ait bilgiler daha nettir.
Mehmed Ağa'nın himayesiyle Edirne sarayında öğrenim gördükten sonra II. Mehmed'in tahta çıkışıyla birlikte ocak ağalığı rütbesi verilir (1451) ve İstanbul kuşatmasında görev alır. Fatih'le birlikte birçok savaşa katılan Mahmud Paşa, Belgrad seferindeki başarıları üzerine 1454'te vezir ve Rumeli beylerbeyi olur. 1458'de Sırbistan işini halletmesi için görevlendirilir ve bazı kaleleri alarak bölgedeki Osmanlı hakimiyetini güçlendirir. 1460'ta Fatih'le birlikte gittiği ikinci Mora seferinde Mistra (İsparta) kalesini, ikna yoluyla ele geçirir.
1461 yılında yine Fatih'le birlikte Amasra, Sinop ve Trabzon seferine çıkar. Bu seferde Mahmud Paşa Amasra'yı 150 gemilik bir filoyla kuşatırken Fatih de karadan gelir ve şehir alınır. Sinop'un alınması harekâtını sevk ve idare edip Rumeli ordusu kumandanı sıfatıyla Trabzon'a gelir ve hem halkı hem de imparatoru ikna ederek şehri kan dökmeden alır. 1462'de katıldığı Eflak savaşında üstün basanlar gösterir. Aynı yıl Midilli adasını almakla görevlendirilir ve bunu da başarır.
1463 yılında Fatih'in Sırbistan seferine katılır ve isyan eden Venediklileri hezimete uğratır. 1464 kışında Fatih'in Jajcza'yı kuşattığı sırada hücuma geçen Macarlara karşı görevlendirilir ve onları geri dönmeye mecbur bırakır. Ertesi yıl Fatih'le birlikte Arnavutluk harekâtına katılır.
1468 yılında Fatih'le birlikte çıktığı Karaman seferinde Pir Ahmed'i yakalayamayışı ve görevlendirildiği tehcir işinde yanlı davranıp rüşvet aldığı iddiaları üzerine vezirlikten ve beylerbeyilikten azledilir.
Bir süre sonra donanma komutanı olur (1469/70) ve kendisine Gelibolu sancağı verilip donanmanın ıslahıyla görevlendirilir. 1470'teki Eğriboz'un fethinde yine Fatih'le birliktedir. Bu zaferden sonra yeniden sadrazamlığa yükseltilen Mahmud Paşa ile Fatih'in arası, Uzun Hasan'a karşı hazırlanan ordunun komutanlığını kabul etmeyişi üzerine biraz açılır.
11 Nisan 1473'te Fatih'le birlikte Sivas'a gelen Mahmud Paşa Şebinkarahisar'ın alınmasını önermiş; bu önerisi kabul görmediği gibi, Otlukbeli Savaşı'nda ikinci derecede bir göreve getirilmiştir. Bu arada bir dizi savaşta gösterdiği başarıya rağmen gözden düşürülen Paşa, ikinci kez azledilmiştir.
Bir süre Hasköy'deki "hâs"ında inzivaya çekilen Mahmud Paşa, daha sonra Fatih'in huzuruna çıkarsa da yüz bulamaz. Şehzade Mustafa'yı ölümüne sevindiği, bir rivayette ise bu işte parmağının olduğu bahanesiyle Yedikule'ye hapsedilir ve türbesindeki kitabeye göre 1473'te, kaynaklara göre ise 3 Temmuz (~3 Ağustos) 1474'te -Fatih'in itiraf ettiği hatasıyla- orada öldürülür. Türbesi, kendi yaptırdığı camiin haziresindedir.
Kişiliği
Çocukluğundan itibaren Enderun'da saray terbiyesi ve eğitimiyle yetişmiştir. Bütün tezkireler ile diğer kaynaklar, "tertîb üzere" öğrenim gördüğünden bahsetmekte, feraset ve akıllılıkta Osmanlı Devletinin yetiştirdiği ender vezirlerden saymaktadır. İlmî yeteneği ve zekâsının kıvraklığı, Meşâirü'ş-Şuarâ’da "problemler diğer insanların zihnine gelmeden onun kalbine doğarmış" sözleriyle ifade edilmektedir.
Fatih'in Hurufîliğe duyduğu ilgiyi kesmek için Mahmud Paşa'nın Edirne müftüsü ve müderrisi Fahreddin Acemî'nin de yardımıyla Hurufîleri ortadan kaldırması, onun zekâ ve ferasetinin örneklerinden yalnızca bir tanesidir. Devlet yetkilileri, âlimler ve halk tarafından sevinç ve takdirle karşılanan bu hadise, onun "devlet-i ebed-müddet" ülküsüne ne denli bağlı olduğunu ve bu uğurda nelerin yapılması gerektiğini göstermesi bakımından kayda değer.
Mahmud Paşa'nın kişiliği, adıyla özdeşleşen şu dört niteliğiyle öne çıkmaktadır: Fatih Sultan Mehmed'le beraberliği, yaptırdığı eğitim ve sosyal hizmet tesisleri, hayırseverliği, ilmî ve edebî yönü.
Mahmud Paşa, 1451'de ocak ağalığı görevine getirilişinden -Âlî'ye göre daha da öncesinden- ölümüne kadar Fatih Sultan Mehmed'in güvendiği, sevdiği ve saygı duyduğu bir şahıs olarak tarihteki yerini almıştır. Eğitim işlerinden sosyal hizmet çalışmalarına, ülkenin güvenlik işlerinden yapılan savaşlara ve "divan" kararlarından edebî toplantılara kadar, Fatih'le birlikte Mahmud Paşa'nın mührü de görülmektedir. Bu yakınlığı Gelibolulu M. Âlî, "Horasan padişahı (Hüseyn-i Baykara) ile Mîr Ali Şîr Nevâyî ve Fatih ile Mahmud Paşa arasındaki şanlı ve benzersiz beraberlik, devlet işlerinden öte, zamanına göre, yıldızların sürekli ve mutlu beraberliğine denktir" şeklinde ifade etmektedir.
Bu şanlı beraberliğin, ara sıra, entrikalar yüzünden gölgelendiği de olmuştur. Saraydaki iktidar çekişmelerinden hemen herkesin payını aldığı, yerini sağlamlaştırmak veya rakip gördüğü kimseyi uzaklaştırmak isteyenlerin hileye ve asılsız suçlamaya başvurduğu sıkça görülmektedir. Şâirimizin de bir kez böylesi bir davranışı, hileye başvurduğu, kayıtlarda bulunmaktadır.
Kaynaklara göre, Mahmud Paşa'nın öldürülmesine, kimi yazarlara göre ise şehit edilmesine, belgelendirilememiş bir suçlamayla karar verilmiştir. Mahmud Paşa Menâkıbnâmesi ndeki Fatih'in kararından vazgeçtiği, emrin zindana ulaşmasından biraz önce infazın gerçekleştiği, cenazeyi ziyarete gelen Fatih'in çok ağlayıp: "Mahmud, sana ki bu işi etdüm, âhiret pâdişâhı eyledüm, tâ ki senün mertebelerine biz de varayıduk", dediler kaydı, efsaneleşmiş beraberliğin, tarihî kaynaklar yanı sıra halk nazarındaki tezahürünün belgesidir.
İstanbul'un Fethinden hemen sonra başlatılan eğitim çalışmalarında görev alan Mahmud Paşa, Ali Kuşçu ile birlikte Tetimme ve Sahn-ı Seman medreseleri teşkilâtının kurucusudur. Kendi adına da İstanbul, Hasköy ve Sofya'da medrese yaptırmıştır. Âşık Çelebi, Harameyn-i Şerîfeyn (Mekke ve Medine)'de dört mezhep üzere eğitim veren medreseler yaptırdığını kaydetmektedir. Süheyl Ünver, Mahmud Paşa'nın 1464 yılında yaptırdığı cami, aş evi, sığınma evi, medrese ve hamam külliyesi içinde kurduğu kütüphaneye vakfettiği eseflerden iki yüz kadarını bulduğunu belirtmekte ve özel kütüphanesinin temellük kitabesi ile kitaplarındaki vakıf mührünün resimlerini vermektedir.
Mahmud Paşa'nın şöhretini ebedîleştiren hizmetlerinden biri, günümüzde adını yaşatmakta olan vakıflarıdır. Yaptırdığı sosyal hizmet ve hayır tesislerinin masraflarını karşılamak üzere çarşılar ve köyler vakfeden Mahmud Paşa'nın hayratından bazıları şunlardır: İstanbul'da okul, cami, hamam, mahkeme, çeşme, han ve 265 dükkândan oluşan iki çarşı; Ankara'da bedesten (kapalı çarşı) mescit ve han; Bursa'da kervansaray ve mescit; Edirne'de cami ve hamam; Hasköy'de medrese ve hamam; Sofya'da medrese, mescit, sebil ve han.
Tezkireler, Mahmud Paşa'nın yoksullara yardım ettiğinden ve cömertliğinin son derece fazla olduğundan uzun uzun bahseder. Bunların arasında, Mahmud Paşa'nın taşradan gelen medrese öğrencilerine aynî yardımdan başka beş yüzer akçe bağışladığı ve cuma akşamları verdiği yemeğin içine nohut büyüklüğünde altın ve gümüş daneleri koydurduğu rivayeti dikkat çekmektedir. Latifî Tezkiresi'nde, "hayr-endîş" (iyilik düşünen) olması sebebiyle Fatih'in, halka ait işleri ona teslim ettiği belirtilmektedir.
Mahmud Paşa'nın iyiliksever yönü, tarih kaynaklarında belgeleriyle sabittir. O, yalnızca kendi halkına değil, Müslüman olsun olmasın, savaştığı düşmanlarına bile insanî duygularla yaklaşma erdemini gösterebilen ender şahsiyetlerdendir. Onun, yukarıda değinildiği üzere, bazı kaleleri ve şehirleri ikna yoluyla, kan dökmeden teslim aldığı ve Karaman'dan İstanbul'a tehcir sırasında zor durumda olanlara dokunmadığı için iftiraya uğrayıp vezirlikten azledildiği bilinmektedir.
Mahmud Paşa'nın belirgin vasıflarından olan engin insan sevgisini, biraz da, devlet adamlığı görevinin önüne geçen şâir gönlünde aramak gerekir.
Bütün bunlar, halkın onu "velî" olarak görmesine, onun hayat hikâyesinin efsaneleşip dilden dile ve kuşaktan kuşağa anlatılmasına, sonuçta, onun adına "menâkıb-nâme" yazılmasına yol açmıştır.
Fatih Sultan Mehmed'in çevresinde toplanan âlimler ve edipler arasında yer alan Mahmud Paşa, ilmî ve edebî şahsiyetleri himaye ve teşvik edip onlarla bir araya gelerek kendisi de ayrıca bir mahfil kurmuştur. Alâeddin Ali, Enverî, Halimî, Hayatî, Karamanlı Mehmed Paşa, Safi mahlâslı Kasım Paşa, Sarıca Kemâl, Şükrullah ve Tursun Bey gibi şahsiyetlerle bir mahfil oluşturan Mahmud Paşa; "Adnî" mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirlerle Farsça inşâlar yazarken, çevresindekileri de eser ortaya koymaları için teşvik etmektedir. Bu ilmî ve edebî çevre tarafından Bahru'l-Garâyib, Behcetü't-Tevârih, Düstur-nâme-yi Enverî, Tarih-iEbü'l-Feth, Tuhfetü'l-Mahmûdiyye fî-Nasîbati'l-Vüzerâ... gibi pek çok eser ortaya konmuştur.
Adnî'nin edebî yönü hakkında tezkirelerde bilinen ve kalıplaşmış övücü sözler bulunmakta, düz yazılarının şiirlerinden daha olgun ve ustaca olduğu ifade edilmektedir.
Yaşadığı dönemin şiir diline göre oldukça sade yazan Adnî'nin başka şâirleri etkilediğinden söz etmek henüz erken. Ancak, onun şiirlerine nazire yazan şâirlerin çıkabileceğini de düşünmek gerekir. İşte bunlardan biri, çağının ve Türk edebiyatının güçlü şâiri Bakî'dir.
Konuyla ilgili olarak ilginç tespitlerde bulunan Gibb'in görüşlerini dikkatlere sunuyoruz. Gibb, Necatî'ye gelinceye kadarki Osmanlı şiirinin belirgin özelliklerini basitlik derecesinde garip terkipler ile fîkirlerdeki sıradanlık ve örtülü bir yapmacıklığa rağmen saf ve dokunaklı bir tarz olarak değerlendirdikten sonra Adnî'nin şiirleri için şöyle demektedir: "Fakat Adnî'nin şiirleri daha orijinaldir ve en azından Adlî'ninkinden daha çok bir şahsîliği vardır. Yer yer bir vukufun eseri olan parıltılar yanıp sönmekte, şahsîliğin, şâirin sanatkârlık endişesiyle bütün bütün kaybolmadığı görülebilmektedir."
Yücel, Bilal, “Mahmud Paşa Adnî Divanı”, Akçağ Basımaevi, Ankara.
Şiirleri
Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Cân cemâlün şem’inün pervânesidür dostum
Şiir: Cân cemâlün şem’inün pervânesidür dostum
Dil müselsel zülfünün dîvânesidür dostum
Al emânet gönlümi cevrünle vîrân eyleme
Kim senün hayl-i hayâlün hânesidür dostum
Cân u dil derd ü gamunla âşinâ olalıdan
İki ‘âlem anlarun bîgânesidür dostum
Yoluna cân u cihân virdüğüme budur sebeb
Bana cevr itdügünün şükrânesidür dostum
Kasr-ı cennet bigi ma’mûr olısardur dâyimâ
Ol gönül kim ‘aşkunun vîrânesidür dostum
Kanuma gamzen susamışdı lebünden soraram
Kim kaçan ol teşne kana kanasıdur dostum
Ger terahhum eylemezsen ‘Adnî yüzün şem’ine
‘Âkıbet pervâne bigi yanasıdur dostum
Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Şâd olmak isteyen gam ile mübtelâ gerek
Şiir: Şâd olmak isteyen gam ile mübtelâ gerek
‘Âlemde saltanat taleb iden gedâ gerek
 itdügümce cûşa gelür gözlerüm yaşı
Deryâ temevvüc itmege lâ-büd hevâ gerek
Dil milkine hayâlün ider hükm geh gamun
Bu bir harâbeye ne iki pâdişâ gerek
Zühd ü salâhı câm-ı meye satduğum budur
Kim rind olanlarun ‘ameli bî-riyâ gerek
Kanlu çıkardı yaşumı yolum basar deyü
Evvel bu işi işlemege dest ü pâ gerek
İzün tozına ‘Adnî yüzin niçe sürmesün
Kanlu gözine sıhhat içün tûtiyâ gerek
Açıklama: vezni: mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün
Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Yârun ayağı tozuna kıymet cihân gerek
Şiir: Yârun ayağı tozuna kıymet cihân gerek
Belki cihân ne nesne ola baş u cân gerek
Bir yârı kılmışam iki ‘âlemde ihtiyâr
Evvel kişiye cân gerek andan cihân gerek
Vurdukça dil eşiğine cân pîş-keş kılur
Yârı evine varsa kişi armağan gerek
Kanlu yaşum yiterdi yine sevgisiyiçün
Da’vîye ma’nî vü dahı ‘aşka nişân gerek
La’lini dişledükçe gözi kanumı döker
Elbette hükm-i şer’ budur kana kan gerek
Yüzüne karşu göz yaşın akıtduğum bu kim
Gülzârı tâze dutmağa âb-ı revân gerek
Cûşıla ağladuğını ‘ayb itme ‘Adnî’nün
‘Âşık olanlarun gözi deryâ-feşân gerek
Açıklama: vezni: mef’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün
Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Bana bir ‘ilm keşf oldı senün hüsnün kitâbında
Şiir: Bana bir ‘ilm keşf oldı senün hüsnün kitâbında
Ki yüz bin ‘akl ‘âcizdür anun bir fasl-ı bâbında
Eger nâr-ı hevân içre revân cânı kılam teslîm
Ruhun mihriyile güller biter sinüm türâbında
Bana dünyâ vü ‘ukbâda yiterdi ‘izzet ü hürmet
Eger itiyile yârun olaydum yâr bâbında
N’ola gizlense gün yüzün müselsel zülfün altında
Ki rûşendür nihân olur kamer gice nikâbında
‘Aceb mi vasluna irmek hayâlin itdise ‘Adnî
Ki slutânlığa irişür gedâ yalancı hâbında
Açıklama: vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
Şair: Adnî
Türü: gazel
Başlık: Cânı n’eylerdi dil-i bî-çâre cânân olmasa
Şiir: Cânı n’eylerdi dil-i bî-çâre cânân olmasa
Bülbüle ‘âlem kafesdür ger gülistân olmasa
Öldürem didügine âhır peşîmân oldı âh
N’olayıdı hûblar bî-‘ahd u peymân olmasa
Leblerünçün çeşm ü dilde mâcerâ var korkaram
Ol iki hûn-rîzün arasında bir kan olmasa
Gözlerüme tûtiyâ-yı hâk-i pâyun bes durur
Ey tabîb-i câm ne gam kühl-i Sifâhân olmasa
Hüsnünün gencînesin yagmâ kılurdı hûblar
Ejdehâ-yı turre-yi zülfün nigehbân olmasa
‘Aşk-ı cânân ile dil ol denlü ülfet dutdı kim
Kâşkî cümle cihân derd olsa dermân olmasa
Ol kadar oldı gam-ı hicrünle ‘Adnî nizâr
Kim anı bilmezdi kimse âh u figân olmasa
Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Ahmed Paşa
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: XV. yüzyılın en usta divan şairi sayılan Ahmet Paşa, II. Murat devrinin büyüklerinden Kazasker Veliyüddin bin İlyas’ın oğludur. Ahmet Paşa’nın ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Fuad Köprülü, İslâm Ansiklopedisi’nin Ahmet Paşa maddesinde “Edirne’de yaptırılan cami ve imaret vakfiyesinin Veliyüddin tarafından tanzim edildiği ve şairimizin memuriyet hayatı hakkındaki kayıtlar düşünülürse, bu tarihten (830/1426) biraz evvel ya da biraz sonra doğduğu” fikrini ileri sürmüştür.
Latîfî, tezkiresinde ve Gelibolulu Âlî de Künhü’l-ahbâr adlı eserinde Ahmet Paşa’nın Bursa’da doğduğunu yazmışlarsa da bu bilgi yanlıştır. Daha eski kaynaklardan biri olan Sehî Tezkiresi ile Güldeste sahibi Beliğ, onun Edirne’de doğduğunu söylerler. Âşık Çelebi de tezkiresinde Ahmet Paşa’nın vârisi olan amcasının oğlu Edirneli Nâzır Çelebi ile görüştüğünü, ondan bilgi aldığını ve şairin Edirneli olduğunu yazar. Ayrıca son zamanlara kadar Edirne’de Veliyüddin oğlu adını taşıyan bir mahalle ve mescidin olması, şairin bu şehirde doğduğunu gösteren kuvvetli delillerdir. Latîfî ile Âlî’nin onu Bursalı göstermelerinin nedeni, şairin ömrünün çoğunu Bursa’da geçirmesi ve orada ölmesi olmalıdır.
Ahmet Paşa, II. Murat zamanında Edirne’de okumuştur. Devrin geçerli bilgileri yanında Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. Öğrenimini bitirdikten sonra önce Bursa’da Sultan Murad Medresesi’nde (Muradiye Medresesi) müderrislik yaptıktan sonra 855/1451’de Edirne’ye kadı tayin edilmiştir. Fatih’in tahta geçmesinden sonra kazasker olan Ahmet Paşa bir süre sonra Fatih’in musahibi oldu ve vezirliğe yükseldi.
Padişaha ve Osmanlı devletine sadık olan, padişahtan çok fazla iltifat gören Ahmet Paşa bunca meziyetinin ve buna mukabil kendisine gösterilen teveccühünün başkaları tarafından kıskanıldığına şüphe yoktur. Sehî, Latîfî, Şakâik, Hasan Çelebi, Beyânî Tezkireleri ile diğer başka kaynakların ifadesine göre günün birinde Fatih’in hizmetkârlarından birine laf attığı için gazaba gelen Fatih kendisini vazifeden azleder ve hapsettirir. Âşık Çelebi ise Ahmet Paşa’nın birkaç fesatçının iftirasına uğradığını bildirir. Şair burada
Ey muhît-i keremün katresi ummân-ı kerem
Bâğ-ı cûd ebr-i kefünden tolu bârân-ı kerem
Beytiyle başlayan ve Kerem kasidesi unvanıyla tanınan 35 beyitlik meşhur kasidesini padişaha yollar ve affedilmesini rica eder. Bunun üzerine ölümden kurtulduğu tahmin edilen Ahmet Paşa, yevmiye otuz akçe vazife ile Bursa’ya tayin edildi. Orada Orhan, Muradiye ve Emir Sultan vakıflarının işlerini yürütmekle görevlendirildi. Bundan sonra bir daha İstanbul’a dönememiştir. Büyük edebiyat tarihçilerimizden Ali Nihad Tarlan, Kerem kasidesinin yazılışını başka bir sebebe bağlamakta ve yukarıdaki gibi bir hadisenin vukuuna ihtimal vermemektedir.
Ancak şair Bursa’da vazifelerden memnun kalmayıp Bursa’ya gelen Fatih’e durumunu arz ederek buradan affını isteyince Sultanönü (Eskişehir) sancağına, daha sonra da Tire ve Ankara sancak beyliğine tayin edilmiştir. Bu vazifelerin hiçbirinden memnun kalmayan şair, tekrar padişaha yolladığı bir şiiriyle Ankara’dan ayrılma ricasında bulunur. Bu ricası büyük bir ihtimalle Fatih’in ölümü nedeniyle yerine getirilememiştir.
Fatih’in 1481’de ölümü üzerine tahta geçen II. Bayezid’in zamanında tekrar eski itibarını kazandı. Ankara’dan ayrılma isteği II. Bayezid tarafından yerine getirilen şair Bursa’ya sancak beyi olarak tayin olundu ve ölünceye kadar orada kaldı.
Bursa’da idarî işler yanında edebî toplantılarla hayatını sürdürmüş olan
Ahmet Paşa 902/1497’de vefat edince, Muradiye Camii yanında önceden yaptırdığı medrese civarına gömüldü. Türbe daha sonra inşa edilmiştir.
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Şiir: Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın
Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların
Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın
Bahâr-ı hüsn ü behada belalı bülbülünün
Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın
Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım
Gel ey peri nicesin hoş musun safâca mısın
Sefer kılıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin
Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın?
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Murabba
Başlık: Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Şiir: Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kara sevdaya yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile
Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ
Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ
Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ
Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ
Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk
Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk
Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Açıklama: Vezin: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün
Bu eser,Münir Nureddin Bey tarafından Rast makamında
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Bir dil mi kalmışdur bu tîr-i gamzeden kan olmamış
Şiir: Bir dil mi kalmışdur bu tîr-i gamzeden kan olmamış
Bir cân mı vardur ol keman ebruya kurbân olmamış
Şol ömr kim sensüz geçer ol ömr zâyi ömr imiş
Bir cân k'anun cânânı yok ol cân dahi cân olmamış
Ne fitnedür yâ Rab bu kim bir dil-berün her gamzesi
Bir demde bin cân almasa dirler bu fettan olmamış
Zülfin gidermiş ol sanem kâfirliğin komaz henûz
Zünnârıflı kesmiş velî dahi Müselmân olmamış
Şehründe lâ'lün şevkine şol denlü kan ağlamışam
Kim bir der ü divâr yok yâkuut ü mercan olmamış
..................... ....
Mecmû'-ı diller mecmaı zülfündür anı çözse bâd
Cem'iyet-i hatır m'olur andan perîşân olmamış
Gülden kohun alub seher âh itse Ahmed derd ile
Bülbül bulınmaz bağda kim bağrı biryân olmamış
Açıklama: Müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef'ilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Karar u sabrum alan zülf-i bî-karârundur
Şiir: Karar u sabrum alan zülf-i bî-karârundur
Harâb iden beni şol çeşm-i pür-humârundur
Hadeng-i gamzeni peyveste ey kemân-ebrû
Ciğerde sakladuğum bu ki yâdigârundur
Cihan şikârına şeh-bâz-ı zülfüni salagör
Kebûter-i dil ü cân hod senün şikârundur
Harâret-i teb-i hicranı def’ iden dilden
Bu boynumuzdaki meftûl-i tâb-dârundur
Aceb mi bağ kenarında dursa lâle hacîl
Ki lâle-zâr-ı cemâlünde hâr ü zârundur
Nazar gedâna kıl ey pâdişâh-ı hüsn ü cemâl
Ki devleti ezelî hüsn-i i'tibârundur
Dem-i bahârun ile dü cihanı hoş-dem iden
Nesîm-i gaaliye-i zülf-i müşg-bârundur
Hilâl halkasını gûş-i asumâna takan
Kamer yüzündeki Pervîn gûş-vârundur
Çemende reng viren lâleye yanağundur
Dilinde dâğ koyan âteş-i izârundur
Sürûr-i va'de-i yâra inanma sen Ahmed
Gama inan inanursan ki eski yârundur
Açıklama: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Cân bana bâr-ı girân olurdı cânân olmasa
Şiir: Cân bana bâr-ı girân olurdı cânân olmasa
Cân olurdı derd ü gam cismümde ger cân olmasa
Ârzû-yi halka-i Beyt-ül-harâm olsun harâm
Ger hayâl-i halka-i zülf-i perîşân olmasa
Cennet-i kûyında kalurdum ger olmasa rakîb
Ravzadan Âdem kaçan çıkardı şeytân olmasa
Derd-i cânân ile dil şol denlü ülfet tutdı kim
Kâş ki cümle cihân derd olsa dermân olmasa
Kirpiğün zahm urıcak bağrumı gamzendür delen
Tîr igende kâr-ger olmazdı peykân olmasa
Cân ü dilde tîr-i gamzen üzre bir ceng oldu kim
Kan olurdu arada sinemde pinhân olmasa
Gam yimezdüm dil sarayın yıkduğıyçün rûzigâr
Hayl-ı sultân-ı hayâlün anda mihmân olmasa
Hattunun hükmin dutardım câna tezvîr olmasa
Zülfünün çevrin çekerdüm nâ-Müselmân olmasa
Didüm ağlarken başum top eyle çevgân zülfüne
Didi çevgân gösterürdüm sana bârân olmasa
Bâğ-bân zülfün harîf olmazdı hüsnün bezmine
Mâ-hazar avcında şol sîb-i zenahdân olmasa
Sen giderken sûzumı f-il-cümle teskîn itdi eşk
Bana âhır demde rahm itmezdi insan olmasa
Ahmed'ün aşkı zebûrın ezber it k'olmaz beyân
Ma'nişi gül hüsninün bülbül gazel-hân olmasa
Açıklama: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Gözüni süzme bîmâr öldürürsin
Şiir: Gözüni süzme bîmâr öldürürsin
Saçın çözme giriftar öldürürsin
Begüm bir bûseyi bin câna satma
Ko bâzârı harîdâr öldürürsin
Demişsin ki yolumda ölmez Ahmed
Bir öldüm bir de tekrâr öldürürsin
Açıklama: Mefâîlün mefâîlün faûlün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Ey fitnesi çok kavli yalan yandum elünden
Şiir: Ey fitnesi çok kavli yalan yandum elünden
fifr nâz ile bin gonül alan yandum elünden
Sen şem' gibi gayr ile meclisde gülersin
Ben akıduram yaş ile kan yandum elünden
Ney gibi delindi ciğerüm ışkun elinden
Her dem iderem âh ü figaan yandum elünden
Yandı dü cihân âteş-i ahumla ve lîkin
Ben senün eyâ şâh-ı cihân yandum elünden
Şol sunduğun âteş midür ey sâki bana kim
Sen aldun ele cam hemân yandum elünden
Her hâr ile sen sohbet idersin dün ü gün ben
Derdün iderem mûnis-i cân yandum elünden
Ahmed çeke cevrüni ve lûtfun göre agyâr
Ey şefkati az şâh-ı cihân yandum elünden
Açıklama: Mef'ûlü mefâîlü mefâîlü faûlün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Dil ki gözün sihrine meftûn değil
Şiir: Dil ki gözün sihrine meftûn değil
Sengdür ol kaabil-i efsûn değil
Didi görüb Leyli'yi bir müddeî
Bu hod igen çâpük ü mevzûn değil
Leyli gülüb sözine anun didi
Ben ne diyem buna ki Mecnûn değil
Yoluna ey Husrev-i Şîrîn-dehen
Dîde mi var kim yaşı Gül-gûn değil
Lâ'lün içün dem mi olur k'Ahmed'ün
Gonca gibi yüreği pür-hûn değil
Açıklama: Fâilâtün fâilâtün fâilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Hikâyet-i gam-ı hicrân-ı yârı mı diyelüm
Şiir: Hikâyet-i gam-ı hicrân-ı yârı mı diyelüm
Şikâyet-i sitem-i rûzigârı mı diyelüm
Ya hod bu şîşe-i nâzük-mizâc gönlümüze
O seng-dilden iren inkisârı mı diyelüm
Edeb değül gile cevr ü cefâ-yi canandan
Ne hûb özr diler rûy-i yârı mı diyelüm
Yazub letâif-i hüsnin beyân varaklana
Benefşe berg-i gülün perde-dârı mı diyelüm
Girilı girih resen-i müşg-bârı mı analum
Dizin dizin güher-i âb-dârı mı diyelüm
Ya âb-ı lûtf-ı izârın mı yâ kenârında
Letafet ile biten sebze-zârı mı diyelüm
Visale va'de virür gamzen ana biz inanub
Kabûl-i mesttin olur i'tibârı mı diyelüm
Gönülde sûzen-i gam var usanmadan biz ana
Hayâlün ayağınun reh-güzârı mı diyelüm
Belâlu bülbülin anub sorarsa Ahmed dost
Gülün firaakını yâ zahm-ı hârı mı diyelüm
Açıklama: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Şiir: Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Terk-i cefâ eylemedün öyle mi
Bir dem ayağun tozını gözüme
Kuhl-i cilâ eylemedün öyle mi
Gül yüzüne karşı gönül bülbülin
Perde-serâ eylemedün öyle mi
Şemme-i zülfünle meşâmın dilün
Gaaliye-sâ eylemedün öyle mi
Ahmed'i öldüriserin der idün
Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Açıklama: Müfteilün müfteilün fâilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Subh-dem her gice ağyar ile ol yâr oturur
Şiir: Subh-dem her gice ağyar ile ol yâr oturur
Dest-bâzî kılub ağyâr ile oynar oturur
Âh kim ol câme-i hâb içre düşmânlar ile
Gör ki ben miskîn her gice ki bî-yâr oturur
Her kaçan gül gibi ol hâr ile handân yürüse
Ehl-i dil bağrını lâle gibi dağlar oturur
Ahmed'i gör ki saçun fikr ile uzun giceler
Kimseye hâlini dimez hemen ağlar oturur
Açıklama: fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Yine bu cevr ü cefâlar bize cânâ neyiki
Şiir: Yine bu cevr ü cefâlar bize cânâ neyiki
Bu kadar hışm ü belâlar dil ü cana neyiki
Biliriz düşman el uzatduğunu sünbülüne
Bilmezüz dahi başumuzdaki sevdâ neyiki
İtlerün kıldı alâle işiğüne varıcak
Seni sevdüğüm için bana bu gavgaa neyiki
Gice zülfün görüben düşde perîşân oldum
Dostlar hayr ola din bize bu rü'yâ neyiki
Ser-i kûyunda figaan ile gören Ahmed'i dir
Yürür âvâre olub yine bu şeydâ neyiki
Açıklama: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: Gazel
Başlık: Feryâd ü nâlem işidüb ey yâr kaçma gel
Şiir: Feryâd ü nâlem işidüb ey yâr kaçma gel
Yiğitsin alma âhumı zinhâr kaçma gel
Gönlüm evin yıkub gider ol yâr-ı seng-dil
Ardınca çağırur der ü dîvâr kaçma gel
Çün çeşme vü pınar perîler durağıdur
Çeşmümden ey nigâr-ı perî-vâr kaçma gel
Hâr-ı cefâda bağrını kan itdi bülbülün
Ey boyı serv ey yüzi gül-zâr kaçma gel
Ahmed tutuşdı dûd-ı dilinden sakın tutar
Âyîne-i cemâlüni jengâj kaçma gel
Açıklama: Mef'ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: tarih
Başlık: Târîh-i Feth-i Kal’a-i Ermenek
Şiir: ‘Ümerâ sasflarını Âsaf-ı devrâna koşub
Karaman fethine Süleymân-ı zamân
Sâhib-i kal’a-küşây Ermanakun kal’asını
Kahr ile kal’ idüben konı hemîn aldı hemân
Devlet âsârını bu vech ile ferhunde görüb
Ehl-i diller didi târîhini Feth-i Karaman
Açıklama: vezni: fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
Karaman’ın fethinin tarihi 879/1474
Şair: Ahmed Paşa
Türü: kıt'a
Başlık: Yersâ Ba’z-ı Evlâd-ı Asdıkâî
Şiir: Meh-i burc-ı şeref tutuldı dirler
Gül-i bâğ-ı sa’âdet soldı dirler
Bahâr-ı hüsn iken bâğ-ı ruhunda
Benefşe bitmedin bozuldı dirler
Hazânın işitib ol nev-bahârın
Ciger kanıyla gonca doldu dirler
Çeküb çâk itdi gamdan cübbesin gül
Benefşe saçlarını yoldı dirler
Gerekli genc idi ol serv-i sîmîn
Anun’çün toprağa defn oldı dirler
Açıklama: vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün fa’ûlün
Şair: Ahmed Paşa
Türü: kaside
Başlık: Der Medh-i Sultan Mehmed Hân (Kerem Kasidesi)
Şiir: Ey muhît-i keremün katresi ‘ummân-ı kerem
Bâğ-ı cûd ebr-i kefünden tolu bârân-ı kerem
Matla’-ı subh-ı zafer mihr-i zekâ ebr-i hayâ
Felek izz ü ‘alâ dâver-i devrân-ı kerem
Tâc bahş-ı ser-i sultân-ı salâtin-i cihân
Zînet-i taht u nigîn Hazret-i sultân-ı kerem
Zıll-ı Hakk Şâh Muhammed ki işiği gökinün
Kem-terin ılduzı olur meh-i tâbân-ı kerem
Ayağı toprağıdur cevher-i iksir-i hayât
Âsitânı tozıdur sürme-i a’yân-ı kerem
Açılur hulk-ı nesîmiyle gül-i gülşen-i cûd
Bezenür lutfi zülâliyle gülistân-ı kerem
Bahr-ı ahzar ne durur kulzüm-i cûdında habâb
Katre-i feyzi nedür ebr-i dür-efşân-ı kerem
Bî-kıyâs olalı ihsânlarun ey hüccet-i cûd
Kâtı oldı cedel-i haşmunı bürhân-ı kerem
Kefi bir demde nisâr itdüği gencin oşrin
Haşre dek vezni demez kefe-i mizân-ı kerem
Ne melek hûy meliksin ki dem-i lutfun ile
Kevser-i cûd akıdur ravza-i Rıdvân-ı kerem
Ne kerâmet kodı Hakk zât-ı kerîmünde k’olur
Ayağun basduğı yir çeşme-i hayvân-ı kerem
Bulmasa nâm-ı şerîfünle şeref-nâme-i cûd
Ebter olaydı kamu defter ü dîvân-ı kerem
Gün gibi saltanatun topı göğe ağsa ne tan
Sana buldı bu meydânda çü çevgân-ı kerem
Bahr-ı cûdun nice şerh olak’onun reşhasıdur
Hâsıl-ı kân-ı sehâ mâye-i ‘ummân-ı kerem
Saltanat hil’atini kaddüne hayât-ı felek
Râst biçmese açılmazdı girîbân-ı kerem
Ne kadar zer var ise dest-i zer-efşânun ile
Harf-i zer gibi perâkendedür ey kân-ı kerem
Sîm sûretde sitem şekline yazıldığıçün
Tağıdursın anı düşman gibi ey hân-ı kerem
Gök tenûrında kurı kurs okınur mihr ile mâh
Hân-ı lutfunla firâvân olalı nân-ı kerem
Kâse-i hırs toyar sofra-i ihsânundan
Dest-i in’âmun ile âm olalı hân-ı kerem
Mihr-i cûdun çemen-i lutfa zer-efşân olalı
Gülşen-i dehri bezer nergis-i bûstân-ı kerem
Bûy-ı hulkundan urur müşk gibi dem ki tutar
Hoş revâyihle cihân bâğını reyhân-ı kerem
Ahmed’ün gam makası kesdi dilin şem’ gibi
Sana Rûşen diyemez hâlini sultân-ı kerem
Sen Süleymân’ı ne dille öğe bir mûr-ı za’îf
Getüre nutka meger lutfun ile anı kerem
Husrevâ pâreledi cevr eli sabrum yakasın
Dest-gîr olsa demidür bana dâmân-ı kerem
Midhatün bülbülini gam kafesine koma kim
Hayfdur tûtiye zehr ey şeker-istân-ı kerem
Ekremü’l-halksın ey vâsıta-i ikd-i kirâm
Her le’îmün sözin işitme budur şân-ı kerem
Kul hatâ kılsa n’ola afv-i şehenşâh kanı
Tutalım iki elüm kanda imiş kanı kerem
Umaram cürmümi gark itmeğe rahmet suyına
Mevc-i ihsânun ile cûş ide ‘ummân-ı kerem
Bir kara toprağam ihyâ-yi memât itmek içün
Yağsa cûdın bulıdından n’ola nîsân-ı kerem
Nice k’iklîm-i mürüvvetde geçe hükm-i vefâ
Nice k’eyvân-ı ‘atâda tura dîvân-ı kerem
Nice k’insân ola ‘âlemde ‘abîdü’l-ihsân
Nice kim ola cihân tâbi’-i fermân-ı kerem
Dest-i ihsânun ile yapıla bünyâd-ı sehâ
Pâye-i kadrün ile yucala eyvân-ı kerem
Nice kim Ka’be müsâfirlerini lutf-ı İlâh
Rahmeti hânına her sâl ide mihmân-ı kerem
‘Îd-i ferhundene kurban ide a’dânı felek
Sen ehibbâna buyur âb-ı sehâ nân-ı kerem
‘Ömr-i hasmun ire târih gibi pâyâna
Nâmunı nâme-i ikbâl ide ‘unvân-ı kerem
Açıklama: vezni: fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün
Tarihsel kaynaklara göre Ahmet Paşa bu kasideyi padişaha
Şair: Ahmed Paşa
Türü: gazel
Başlık: Bî-dilem dilsitândan ayrıldum
Şiir: Bî-dilem dilsitândan ayrıldum
Âh ki ârâm-ı cândan ayrıldum
Eşiği hasretinde hâk olsam
Yiridür ki âsumândan ayrıldum
Ne tan Ülker gibi inerse yaşum
Meh-i nâ-mihribândan ayrıldum
N’ola micmer gibi yanarsa içüm
Bezm-i şâh-ı cihândan ayrıldum
Gemi gibi denizde sergerdân
Yürürem bâd-bândan ayrıldum
Şeb-i mihnetde telh-îş oluban
Şem’-i şîrîn-zebândan ayrıldum
Sındı seng-i cefâda sabr ayağı
Düşdüm uş kârbândan ayrıldum
Bende Ahmed gibi garîbem kim
Cândan ü hânümândan ayrıldum
Açıklama: vezni: fâ’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün
Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: 1 Nisan 1430 tarihinde doğan Fatih Sultan Mehmed, II. Murad ile Hüma Hatun'un oğludur. İyi bir eğitimden geçen II. Mehmed 1443'te Manisa sancakbeyliğine gönderildi. Kardeşi Alâeddin Çelebi'nin aynı yıl ölmesiyle tahtın varisi oldu. 1444 -1446 yıllarında hükümdarlık tahtına oturduğunda babası II. Murad, Manisa'da dinlenmekteydi. Yeniçerilerin ayaklanması ve Halil Paşa'nın ısrarıyla yeniden tahta geçti. II. Mehmed yeniden Manisa'ya sancakbeyi olarak döndü. Buradaki beş yıllık görevinde kültürel ve siyasal ufkunu genişletti. 10 Şubat 1451'de babasının ölümüyle Edirne'ye gelerek 19 Şubat'ta ikinci kez tahta oturdu.
İstanbul'u alarak Bizans imparatorluğunu tarihten silmeyi düşünen II. Mehmed, bu düşünü büyük gayret ve hazırlıklarla 29 Mayıs 1453'te gerçekleştirmiş, Osmanoğulları'nın en büyük ve anlamlı zaferini elde ederek, kendine, "Fâtih-i Kostantiniyye", devlete de imparatorluk unvanını kazandırmıştır. İstanbul’daki ticarî canlılığı sağlamak için 1454'te Venediklilerle her türlü ekonomik serbestliği öngören bir antlaşma imzaladı.
Fatih'in dış görünüşünü kendisini tanıyan yerli ve yabancı birçok yazar ve sanatkâr tasvir etmiştir. İtalyan Zorzo Dolfin, onun az gülen, çalışkan, zekî, amacına ulaşmada inatçı, kitap okumayı çok seven, araştırmalar ve incelemeler yapan cömert bir insan olduğunu söyler. Neşrî ise Fatih'i, adaletli, yiğit, bilgin, dindar, bilim adamlarını ve erdem sahiplerini koruyan bir kişi olarak tanıtır. Bu özellikleri onun sefere gittiği yerlerden birçok âlim ve sanatçıyı istanbul'a getirmesine vesile olmuştur.
Hayatının her dönemini azami bir verimle kullanan Fatih Sultan Mehmed 1481 baharında sefer için orduyla birlikte İstanbul'dan ayrıldı. Padişah, Maltepe'de hastalanarak Tekür Çayırı'ndan öteye gidemedi. 3 Mayıs 1481'de 51 yaşında öldü. Cenazesi kendi adını taşıyan caminin kıble tarafındaki türbesine gömüldü.
Edebî Kişiliği
Çocukluğundan itibaren bir ilim, şiir ve sanat havzasında yetişmiş ve bu ilgisini hayatının sonuna kadar sürdürmüş olan Fatih Sultan Mehmed, Avnî mahlâsıyla şiirler yazmış, divanı olan ilk Osmanlı padişahıdır. Bütün kaynakların fikir birliğine vardığı nokta; hassas ruhlu, sözüne sadık, âlim ve sanatkârları himaye eden, musikîye ve şiire düşkün bir insan olmasıdır. Gelenekleşen âlim ve şairleri toplayarak sohbet etme adeti II. Mehmed döneminde haftada iki gün yapılmıştır.
Bugün Fatih'in şiirlerinin bulunduğu divan, bir divandan çok içerisinde gazellerin bulunduğu bir divançe niteliğindedir. Onun devrine göre iyi bir şair olduğunu bu divançedeki şiirler açıkça ortaya koymaktadır.
Avnî'nin altı dil bildiği rivayet edilmekle beraber Arapçayı ve Farsçayı eserleri aslından okuyacak kadar iyi bilmektedir. Dili diğer Osmanlı şairlerinden farklılık göstermeyen Avnî, zaman zaman devrine göre sade ve duru bir üslûp kullanmıştır. Kimi beyitlerinde konuşma dili rahatlığı içindedir.
Devlet adamlığı, komutanlığı, zaferden zafere, ülkeden ülkeye koşmakla geçen hayatının izleri şiirlerine pek yansımamıştır. O, maddî zevk ve saf aya kayıtsız kalan, yaptığı işleri manevî görev bilen bir padişahtır.
Avnî'nin şiirlerinde rindâne ve âşıkane söyleyişlerin yanında hükümdarlığını yansıtan beyitler de vardır.
Sahip olduğu karakter ve üne rağmen zaman zaman sevgili kavramının arkasında ölüm karşısında çaresizliği, dünyanın geçiciliğini, kulluğunu unutmadığı görülür.
Avnî'nin şiirlerindeki hayal zenginliği ve yeni buluşlar dikkat çekicidir.
Divan şiirinin geleneklerine uygun olarak O da gerçek dost bulmanın zorluğundan, devrinden, anlaşılamamaktan, ayrılıktan, güzellerin eziyetlerinden, gönülden felekten dem vurur.
Divandaki gazeller bize II. Mehmed'in 'aşk, sevgili ve güzeller konusundaki düşüncelerini tüm samimiyeti ve açıklığıyla ortaya koyar. O tamamen hissî ve hiçbir çıkara dayanmayan bir sevgilinin övgüsü içindedir.
Şiirlerinin incelenmesiyle ortaya çıkan bir başka sonuç da Şirazlı Hafız ve Şeyh Sadi gibi lirik ve didaktik Iran şairlerinin etkisinde kalmış olmasıdır. Gazellerdeki didaktik, öğüt verici ve atasözlerine yakın söyleyişler bu etkiyi daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Avnî, Anadolu sahasında ise en çok Şeyhî ve Ahmed Paşa’nın etkisinde kalmıştır.
Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: Ağlasa âşık belâ-yı hicr ile nâlân olup
Şiir: Ağlasa âşık belâ-yı hicr ile nâlân olup
Gözleründen akan anun yaş yerine kan olup
Geh cefâ kûhı gubârından örünse kisveti
Geh belâ vadisini geşt eylese 'uryân olup
Her ne denlü cevrler görse vefalar eylese
Her ne denlü gülseler hâline ol giryân olup
Gam beyabanına her gün eylese seyr ü sefer
Her gice mihnet- serâ-yı firkate mihmân olup
Râz-ı 'aşkı aşikâr itmeğe takat bulmasa
Sinesinde nâvek-i dil-dûzlar pinhân olup
Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: 'Aşk ile viran iden gönlini ma'mûr istemez
Şiir: 'Aşk ile viran iden gönlini ma'mûr istemez
Hâtırın mahzûn iden bir lahza mesrur istemez
Hâk-sâr olup hevâ ile gubâr olan gönül
Hâk-i râh-ı yârdan bir dem özin dûr istemez
Hoş gören âkil fena tavrını şöhret gözlemez
Künc-i uzlet isteyen kendüyi meşhur istemez
La'l-i nâba meyi kılmaz bağrını pür-hûn iden
Dâmenin pür-eşk iden lü'lü-yi menşur istemez
Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval
Mâlik olan ‘Avniyâ bir gence gencûr istemez
Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider
Şiir: Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider
İrüşür fasl-ı hazan bâg ü bahâr elden gider
Her nice zühd ü salâha mail olur hâtırum
Gördügümce ol nigân ihtiyar elden gider
Şöyle hâk oldum ki âh itmeğe havf eyler gönül
Lâ-cerem bâd-ı sabâ ile gubâr elden gider
Gırra olma dilberâ hüsn ü cemâle kıl vefa
Baki kalmaz kimseye nakş ü nigâr elden gider
Yâr içün agyâr ile merdâne ceng itsem gerek
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider
Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Türü: gazel
Başlık: Dolsa 'âlem ta'n degül dûd-ı siyâhumdan benüm
Şiir: Dolsa 'âlem ta'n degül dûd-ı siyâhumdan benüm
Mihr görmen zerrece gün yüzli mâhumdan benüm
Nice pinhân eyleyem ol dilbere âşıklugum
Pür durur dîvân şehrün âh ü vâhumdan benüm
Devlet-i 'aşkıyla payem bir makama irdi kim
Şânumı anlar görenler izz ü câhumdan benüm
Hâk-i pây-i yâr tâcum kûy-ı dilber mesnedüm
Reşk ider Cemşîd ü Cem taht ü külâhumdan benüm
Hayl-i 'aşkı şâh-râh-ı gamda kılsam germ-rev
Çeşm-i encüm kuhl ider gerd-i sipâhumdan benüm
'Avniyâ bir hâle irdüm derd-i hicr-i yâr ile
'İbret alur niceler hâl-i tebâhumdan benüm
Açıklama: vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Cem Sultan
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: Fatih'in küçük oğlu Cem Sultan, renkli kişiliği yanında şanssız şehzadelerin başında yer alan birisi olarak görülüyor. Başından geçen çeşitli olaylar yanında, şiiriyle de ön plana çıkan Cem, halk tarafından büyük bir sevgiyle benimsenmiş, sevilip sayılmıştır.
Küçük yaşlarda Arapça ve Farsçayı öğrenen Cem, çevresindekileri hep şiirle uğraşan kişilerden seçmiş, etrafına Sa'dî, La'lî, Kemalî, Şahidî gibi şairleri toplamıştır. Şiirde Ahmet Paşa'yı örnek alan Cem Sultan, yazdığı şiirleriyle Türkçede olduğu gibi Farsçada da beğenilen bir şair olduğunu ortaya koymuştur.
Şair: Cem Sultan
Türü: gazel
Başlık: Çün çekdi hatun yüzün üzere rakam ey dost
Şiir: Çün çekdi hatun yüzün üzere rakam ey dost
Ol hasret ile iki cihânı yakam ey dost
Rahm eyle bana cevr ü cefâ kılma igen kim
'Aşkunda çeken bunca belâlar benem ey dost
Dâmânuna yapışup ayaguna düşerdüm
Kurtulsayıdı ger gam elinden yakam ey dost
Çün gelmez elümden ki rehâ bulam ölümden
Ancak buna kaldı ki yolunda ölem ey dost
Dirler ki kerîm işi keremdür n'ola ger
Cem Vaslun niâmından göre bir dem kerem ey dost
Açıklama: Vezni: mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün
Şair: Cem Sultan
Türü: gazel
Başlık: Cân bilmezem ol turra-i Hindûya mı düşdi
Şiir: Cân bilmezem ol turra-i Hindû'ya mı düşdi
Yâ bu dil-i gam-perver o ebrûya mı düşdi
Gözümde hayâl-i lebün eğlenmemek ister
Bilsem ne iver yohsa şeker suya mı düşdi
Görüp kadünün ‘aksini dîdemde didi dil
Ol serv-i çemen sayesi bu cûya mı düşdi
Bir lahza karâr idemez ansuz dil-i miskîn
Yohsa gene bu kamet u ebrûya mı düşdi
Âh ol dili Cem neyleye kim gamdan usanmaz
Vardı gene bir gözleri âhûya mı düşdi
Açıklama: Vezni: mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fa’ûlün
Şair: Cem Sultan
Türü: gazel
Başlık: Gözlerün şol mestdür kim hâb ana hâcet degül
Şiir: Gözlerün şol mestdür kim hâb ana hâcet degül
Leblerün ol mül durur kim âb ana hâcet degül
Ka’be yüzinden budur kaşın tıraş itdügi yâr
Kıbledür her kûşesi mihrâb ana hâcet degül
Zülfünün kullabını takma gönül boynına kim
Kendü varur kûyuna kullâb ana hâcet degül
Yıkmağa dil mülkini seylâb-ı gam gönderme kim
Seyl-i eşküm var iken seylâb ana hâcet degül
Ey meh-i nâ-mihribân hicrün şebinde bu Cem’e
Ay yüzün nûrı yeter mehtâb ana hâcet degül
Açıklama: Vezni: fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün
Necatî
Yaşadığı dönem: 15.yy
Hayatı: XV. yüzyıl Anadolu Dîvân şiirinin, Bursalı Ahmed Paşa'dan sonra en ünlü şairidir.
Asıl adı İsa Necâtî Bey olan şair, Edirnelidir. Fakir bir aileye mensup olduğu ve yetim kaldığı için Edirneli bir hanım tarafından büyütülmüştür. Ondaki zekâ ve kabiliyeti gören şair Sâilî, öğrenimini üzerine almış, iyi bir eğitim ve öğretim görmesini sağlamıştır. Öğrenim derecesi, Medresenin yüksek kısımlarına kadar varır. Yaradılışı dolayısıyla hemen edebiyatta, şiir ve inşaya yönelmiş ve bu yolda yürümüştür. Bir ara Kastamonu'da da bulunan Necatî, şiir söylemekte üstün başarıya orada ulaşmıştır. Edirne'de doğmakla beraber, asıl yetiştiği ve üne kavuştuğu yer Kastamonu'dur.
Önceleri şiir alanında, Kasîde-i Şitâiyye'siyle Fâtih Sultan Mehmed'in dikkatini çekmiştir. Sonra padişahın Dîvân Kâtipliği'ne tayin edilmiş ve himayesini görmüştür. Fatih ölünce, II. Bayezid'in himayesini görmüştür. Daha sonraları, Karaman valisi Şehzade Abdullah'ın Dîvân Kâtipliği'nde bulunmuş, onun 1484 de ölümünden sonra İstanbul'a gelmiştir. Yirmi yıl İstanbul'da kalmış, bir ara çok sevdiği II. Bayezid.'in oğlu Şehzade Mahmud'a Saruhan (Manisa) Sancağı'nda Nişancılık görevinde bulunmuştur. Burada "Bey" unvanını alarak, Necatî Bey diye anılagelmiştir.
1507'de Şehzade Mahmud'un ölümünden sonra İstanbul'a gelmiş ve 17 Mart 1509 tarihinde Vefa'daki evinde ölmüştür.
Edebî Kişiliği
Necatî Bey, kendine özgü zengin hayâlleri ile süslü şiirlerindeki rindâne üslûp ve nükteli anlatımıyla övünür. Eşsiz cinasları, anlamca yeni ve dillerde atasözü gibi dolaşan şiirleri, Ahmet Paşa'nın şiirlerine yakın; sanat gösterişinden uzak, tabiî oluşu nedeniyle de Zatî'nin şiirlerinden üstündür. Türk Edebiyatı'nın İran etkisinden uzaklaştırılmasında büyük katkılarda bulunmuş, şiire canlılık kazandırmıştır.
Necatî Bey, Şeyhî'yi, İran şâirlerinden Kemalüddîn İsfahanî, özellikle Nizamî ve Selmân-î Sâvecî'yi takdir etmiş, başkalarının şiirlerinden anlam çalanları acı bir dille yermiştir.
Şiirinde az ve öz anlatım yolunu seçmiş, zaman zaman kendi şiirini de övmüştür. Anlatımı atasözü tarzındadır. Anlatımının el değmemiş, yani başka şiirlerden çalma mazmunları olmadığını açıkça söyler.
Kasidelerinde medhiyelere önem vermiş, sık sık tegazzül yapmıştır. Bu şiir türündeki asıl başarısı, tasvirlerinde hayal unsurunu ikinci planda tutarak, gözleme büyük yer vermesinden ileri gelir. Bu şiirlerinde oldukça sade bir dil kullanmıştır.
Gazel tarzına önem vermiş, gazellerinin dünyayı tuttuğunu söyleyerek onlarla övünmüştür. Bu nedenle de kasidelerinde sık sık tegazzül yapmıştır. Özellikle gazelleri sadedir. Bu mahallîlik, yalnız dilde değil, teşbihlerinde, özellikle kendi hayatını yansıtan tabiat, av sahnelerine ait tasvirlerinde, atasözü kullanmasında veya bu nitelikteki mısralarında kuvvetle hissedilir.
Necati'nin kendine hayran olan Şevkî, Sun'î, Talî, Rıza'î, Üsküplü Zahrî, Sehî, Mihrî Hatun, Sûzî-yi Nakşibendî, Vâlihî gibi XV-XVI. yüzyıl şairleri üzerinde özellikle etkileri görülür. Ayrıca birçok şair, şiirlerine nazireler yazmıştır.
Necatî Bey, Türkçe söz ve ibareleri şiire sokarak bir çığır açmış. Millîleşme Akımı'nın ilk öncülerinden olmuştur. Türk şiirine, adeta bir kişilik kazandırmış, millî ruh ve zekâmızın mührünü vurmuştur.
Ünü ve etkileri Tanzimat'a kadar devam eden Necatî Bey, yazdığı Farsça şiirlerinde de başarılıdır.
Necatî, mersiyeleri, âşıkçasına gazelleri, canlı tabiat tasvirleri anlamca yeni şiirleriyle Divan edebiyatının unutulmaz şairlerindendir.
Eserleri: Dîvân, Münâzara-i Gül ü Husrev adında henüz ele geçmemiş bir mesnevisi vardır
Şair: Necatî
Türü: Gazel
Başlık: Çıkalı göklere ahum sereri döne döne
Şiir: Çıkalı göklere ahum sereri döne döne
Yandı kındîl-i sipihrün ciğeri döne döne
Ayağı yir mi basar zülfüne ber-dâr olanım
Zevk u şevk ile vîrür cân ü seri döne döne
Şâm-ı zülfünle gönül Mısrı harâb oldu diyu
Sana iletdi kebûter haberi döne döne
Sen durub raks idesin karşıma ben boynum eğem
İne zülfün koça sen sîm-beri döne döne
Kâ'be olmasa kapun ay ile gün leyi ü nehâr
Eylemezlerdi tavaf ol güzerl döne döne
Sen olasın diyu yir yir asılub âyineler
Gelene gidene eyler nazarı döne döne
Ey Necati yaraşur mutribi şeh meclisinün
Raks urub okuya bu şi'r-i teri döne döne
Açıklama: Feilâtün feilâtün feilâtün feilün
Şair: Necatî
Türü: Gazel
Başlık: Nice kâkül nice mu sünbül-i gül-bûdur bu
Şiir: Nice kâkül nice mu sünbül-i gül-bûdur bu
Dili uşşâkı perişan idici budur bu
Ne gönül kodı ne göz hâl-i ruh u ârız-ı dost
Oda yanmaz suya batmaz nice câdûdur bu
Umarın haşrda cân oynaduğumdan duyalar
Mah-rûlar diyeler bir birine odur bu
Yüri yıllarla yilersen yetemezsin ey dil
Şol cihetden ki perî şivelü ahudur bu
Tenüme ayru irer cânuma aynı sitemün
Tîg-i hûn-rîz-i cefâ-pîşeden ayrudur bu
Gözümün penceresin yapmağa hükm eyledi şer'
Ki nlgârun harem-i hüsnine karşudur bu
Yine sihr itdi Necâtî nice söz nice g
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder